30 Temmuz 2015 Perşembe

BEBEĞİN RAHİMDEKİ 3 KARANLIK DEVRESİ



BEBEĞİN RAHİMDEKİ 3 KARANLIK DEVRESİ



“Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan başka bir yaratılışa geçirerek yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur. O hâlde, nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?”

(Zümer Suresi 6.Ayet)



Kur’an, bebeğin rahimdeki üç karanlık devresine bu ayet-i kerimesiyle dikkat çekmiş ve insanın anne karnında üç aşamalı bir yaratılışla yaratıldığını bildirilmiştir.

Türkçeye “üç karanlık içinde” manasıyla çevrilen Arapça فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ifadesi, embriyonun gelişimi sırasında bulunduğu üç karanlık bölgeye işaret etmektedir.



Bu bölgeler sırasıyla:

1- Batın duvarı karanlığı
2- Rahim duvarı karanlığı
3- Amniyon zarı karanlığıdır.


Görüldüğü gibi, bugün modern biyoloji, bebeğin embriyolojik gelişiminin ayet-i kerimede bildirildiği şekilde, üç farklı karanlık bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur.

Ayrıca embriyoloji alanındaki gelişmeler bu bölgelerin de üçer katmandan oluştuğunu göstermiştir.
Ayrıca ayette, insanın anne karnında, birinden diğerine farklılaşan üç ayrı evrede meydana geldiğine işaret edilmektedir. Gerçekten de bugün modern biyoloji, bebeğin anne karnındaki embriyolojik gelişiminin üç farklı devrede gerçekleştiğini de ortaya koymuştur.

Bugün tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulan bütün embriyoloji kitaplarında bu konu en temel bilgiler arasında yer alır. Örneğin, embriyoloji hakkında temel başvuru kitaplarından biri olan Basic Human Embryology (Temel İnsan Embriyolojisi) isimli kaynakta bu gerçek şöyle ifade edilmektedir:


Rahimdeki hayat 3 evreden oluşur:


Preembriyonik evre (ilk 2,5 hafta).

Embriyonik evre (8. haftanın sonuna kadar).

Ve Fetal evre (8. haftadan doğuma kadar).


Bu evreler bebeğin farklı gelişim aşamalarını içerir. Anne rahmindeki gelişim ile ilgili bu bilgiler, ancak modern teknolojik aletlerle yapılan gözlemler sayesinde elde edilmiştir.

Ancak görüldüğü gibi bu bilgilere de diğer pek çok bilimsel gerçek gibi mucizevî bir biçimde Kur’an ayetlerinde dikkat çekilmiştir.

İnsanlığın tıbbi konularda hiçbir detaylı bilgiye sahip olmadığı bir dönemde, Kur’an’da bu derece ayrıntılı ve doğru bilgilerin verilmiş olması, elbette Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunun açık bir delildir.


Bu makamda şu söz ne kadar da güzeldir: “Evet bir bilim adamı bin bir zahmetle bir dağa tırmanmaya başlar. Onun zannınca hiç çıkılmamış bir dağdır bu. Tam dağın tepesine gelir, dağın zirvesine ilk ayak basacak olan adam olmak keyfiyle son hamlesini yapıp zirveye çıktığında orada oturan bir ilahiyatçıyı görür.

Ona sorar: Sen buraya nasıl çıktın?

Ben binler zahmetle ancak ulaşabilmiştim. İlahiyatçı adam tevazu ile cevap verir: Kitabım olan Kur’an basamak oldu. Bir sıçrama ile ulaştım.


http://www.ilmedavet.com/bebegin-rahimdeki-uc-karanlik-devresi.html

YASİN SURESİ 40.AYET


26 Temmuz 2015 Pazar

DAHA ÖNCE BÖYLE MEYVE ÇEŞİTLERİ GÖRDÜNÜZMÜ?

DAHA ÖNCE BÖYLE MEYVE ÇEŞİTLERİ GÖRDÜNÜZMÜ?


(ALLAH'IN MUHTEŞEM YARATMA SANATINDAN ÖRNEKLER)














25 Temmuz 2015 Cumartesi

Denizanaları veya Medüzler









Denizanaları veya Medüzler



Denizanaları veya Medüzler, Scyphozoa ve Cubozoa sınıflarında bulunan, serbestçe yüzen deniz canlılarıdır.
Medüzler, yassılaşmış ve yüzmeye uyum yapmış varlıklar olarak tanımlanabilirler.


Vücut şekli çoğunlukla yayvan ya da kubbeli bir şemsiye şeklindedir. Poliplerden daha karmaşık yapılı canlılardır. Yüzme organı olarak bir şemsiye gelişmiştir. Bu organ sayesinde hayvan ileriye doğru hareket eder.



Medüzlerin beyinleri yoktur. Bunun yerine sinir sistemleri ışığa ve kokuya duyarlı şekilde gelişmiştir. Küçük balıklarla ve diğer küçük deniz canlılarıyla beslenirler. Vücutları hidrodinamik olmadığı için yavaş yüzerler ve avlarını yakalamalarına yardımcı olacak şekilde bir dalgalanma yaratırlar. Denizanaları bir eşeysiz üreme şekli olan tomurcuklanmayla ürerler.





Denizanasının çeşitli türleri dokungaçlarında zehir taşırlar. Başka bir canlının bunlarla teması halinde, denizanasının ölü olduğu durumlarda bile, zehirlenme söz konusu olabilir. Bu durum denizanası sokması olarak nitelendirilir.




Denizanasının Zamanla Sistemi


Tasarım Ürünü mü?




Denizanasının en az yüzde 95’i sudur ve en küçüğünün çapı sadece birkaç santimetreyken, en büyüğünün çapı 2 metreyi geçebilir. Birçok türünde kaslar, tıpkı bir şemsiyenin kapanıp açılması gibi ritmik şekilde kasılıp gevşeyerek çan biçimindeki gövdeyi ileri doğru iter.

Şunu düşünün: Akışkanlar dinamiği üzerinde çalışan bilim insanları, bazı denizanalarının hızlı yüzücüler olmasalar da suda ilerlemek için ilginç bir yöntem kullandıklarını keşfetti. Bu deniz canlıları her kasılma hareketiyle halka şeklinde bir girdap oluşturur. Sonra sigara dumanı halkalarına benzeyen bu halkaları iterek kendilerinden uzaklaştırırlar. Halkaların momentumu ters yönde tepki oluşturarak denizanasını ileri doğru iter. Jet uçağı da benzer bir teknikle ilerler ancak denizanası kesintisiz bir itme gücü yerine kasılıp gevşeme hareketleri sonucunda ortaya çıkan enerji atışları sayesinde ilerler. New Scientist dergisi şöyle diyor: “Bu basit görünebilir, ancak bir girdap halkasının nasıl oluştuğunu matematiksel olarak anlatmak çok zor.”


Araştırmacılar daha randımanlı sualtı araçları yapabilmek için denizanasının itme sistemini inceliyorlar. Bir araştırmacı, denizanasının yarattığı halkalara benzer bir iz bırakan 1,2 metre uzunluğunda bir denizaltı zaten geliştirdi. Bu, klasik pervaneli araçlardan yüzde 30 daha az enerji harcıyor. Başka muhtemel bir uygulama alanı da insan kalbi. Kan akımı kalbin sol kısmında girdap halkaları oluşturduğundan, anormal girdaplar kalp hastalığının ilk bulguları olabilir.



Ne dersiniz? Denizanasının itme sistemi evrimle mi oluştu? Yoksa Allah tarafındanmı tasarlandı?

DÜNYANIN EN BÜYÜK ÇİÇEĞİ-VİDEO


SİNEKKAPAN BİTKİSİ-VİDEO


DÜNYANIN EN BÜYÜK ÇİÇEĞİ








DÜNYANIN EN BÜYÜK ÇİÇEĞİ


Rafflesia, dünyanın en büyük çiçeğine sahip bitki cinsi. 1818 yılında Joseph Arnold tarafından Endonezya Yağmur Ormanlarında bulunmuştur.


Ömrü yalnızca 2 haftadır. Dünyada sadece Endonezya'nın Sumatra ve Borneo adaları ve Tayland'daki Khao Sok Milli Parkı'nda görülen Rafflesia, bir hafta içinde çiçek açıp ikinci haftada da ölüyor. 


Genişliği 1 metreye kadar büyüyebilen Rafflesia’nın ağırlığı ise 11 kilograma kadar ulaşabiliyor.


“BENİMLE gelin efendim, gelin, bir çiçek, çok büyük, çok güzel, harika.” Joseph Arnold, Endonezya’nın Sumatra Adası’nda bitki toplamak için çıktığı keşif yolculuğunda, kendisine rehberlik eden heyecan içindeki adamın bu sözleri üzerine onu takip etti. İngiliz bitkibilimci Arnold orada, “gerçekten olağanüstü” dediği bir şey gördü: İnanılmaz bir çiçek. Onun 1818’de yaptığı yolculukta gördüğü görkemli rafflesia türü, neredeyse 200 yıl sonra bile dünyanın en büyük çiçeği olarak kabul ediliyor.


Rafflesia çiçeğinin onlarca türü vardır ve bunların hepsi sadece Güneydoğu Asya’daki ormanlarda yetişir. Ancak hâlâ yeni türler keşfediliyor. Çiçeği en büyük olan tür, Joseph Arnold ve Singapur’un kurucusu ve yöneticisi olan yol arkadaşı Sir Thomas Stamford Raffles’ın adını alan Rafflesia arnoldii türüdür. Bu çok güzel bir çiçek olsa da buket yaptırmak için kötü bir seçimdir!


Öncelikle boyutu nedeniyle. Rafflesia çiçeğinin çapı 1 metreyi bulabilir, yani neredeyse bir otobüs lastiği kadar. Ayrıca ağırlığı da aşağı yukarı 11 kilogramdır.* Çiçeğin kalın, etli, pembemsi kahverengi beş taçyaprağı vardır. Üzerleri de soluk renkli, siğil görünümünde beneklerle kaplıdır. Taçyaprakların birleştiği yerde koca bir çanağı andıran büyük bir boşluk vardır ve burası 6 litre su alabilir.



İkinci engel de kokusudur. Bir kâşifin deyimiyle rafflesia çiçeği “iyice çürümüş bufalo leşi” gibi kokar ve haklı olarak ceset çiçeği ya da pis kokulu ceset nilüferi olarak da adlandırılır.* Leşle beslenen sinekler, bu feci kokuya hayır diyemediğinden çiçeğin başlıca tozlaşma aracıdır.


Rafflesia çiçeğinin gövdesi, yaprakları ya da kökleri yoktur; orman tabanında bazı asma türlerinin üzerinde asalak olarak yaşar. Konak asmanın kabuğundan çıkan yeni bir rafflesia tomurcuğu yaklaşık on ayda olgunlaşır ve genelde büyük bir lahana boyutuna ulaşır. Birkaç saatlik bir süreçte çiçeğin etli taçyaprakları tüm ihtişamıyla açılır. Ortadaki çanaksı yapının içinde çok sayıda dikensi çıkıntı vardır. Bazı araştırmacılar bu çıkıntıların ısıyı dağıttığını böylece kokunun yoğunluğunu artırdığını düşünse de, işlevleri hâlâ tam olarak anlaşılmamıştır.


Ancak çiçeğin sıra dışı güzelliği gelip geçicidir. Sadece birkaç gün içinde çiçek ölür ve çürümeye başlar, ardında simsiyah çamur gibi bir yığın kalır.


Rafflesia arnoldii, nadir rastlanan ve nesli tükenme tehlikesi altında olan bir türdür. Neden? Çapraz tozlaşma için erkek ve dişi rafflesia’ların birbirine yakın yerlerde çiçek açması gerekir, bununla birlikte tomurcukların çoğu hiçbir zaman olgunlaşma ya da çiçek açma fırsatı bulamıyor. Bunun nedeni birçok tomurcuğun özel yemekler için veya geleneksel tedavilerde kullanılmak üzere toplanmasıdır. Bu durum doğadaki rafflesia’ların sayısını büyük ölçüde azaltmıştır. Çiçeğin yaşam alanı olan tropik yağmur ormanlarının giderek yok edilmesi de ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Pek az insanın bir rafflesia görme şansı olur. Büyüklüğü şaşırtıcıdır. Kokusu kolay kolay unutulmaz. Şekli ve rengi de çok farklıdır. Tabii, dünyanın en büyük çiçeği olan rafflesia Yaratıcımızın harika eserlerinden sadece biridir.


"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir."

HAŞR SURESİ 24.AYET



Dünyanın en büyük çiçeği Rafflesia!-VİDEO

https://www.youtube.com/watch?v=zQJvvdPLRsY

SİNEKKAPAN BİTKİSİ














SİNEKKAPAN BİTKİSİ



Sinekkapan bitkisi veya Venüs Sinek Kapanı veya Böcekkapan bitkisi (İngilizce: Venus flytrap), Dionaea muscipula familyasından, ABD'nin güneydoğusundaki sulak alanlarda yetişen, böcek ve örümcekgiller ile beslenen bir bitki.


Çok yıllık bir bitki olan sinekkapan, etçil bir bitkidir. Dikenli yapraklarını kapatarak, yaprağın üzerinde bulunan avını sıkıştırır. Özel sindirici sıvı salgılayarak avını öldürür ve beş ila yirmi gün arasında sindirir. Araştırmalar sonucunda böcekkapan bitkisinde elektrik içeren bir mekanizmanın olduğu iddia edilmiştir. Bitki yapraklarının iki ucunda yer alan üçgen şeklindeki üçer tüyün, fiziksel uyarımları elektriksel uyarılara dönüştürebilme özelliği olduğu ve avın yaprak üzerindeki hareketi ile bitkinin elektrik mekanizmasını kullanarak avını yakalayabildigi saptanmıştır.



Tanım


Sinekkapanın rozet biçiminde yayılmış dört ile sekiz yaprağı ve şemsiyemsi beyaz çiçeklerle son bulan bir sapı bulunur. Her yaprağın ayası uca doğru ip gibi uzar. Bunun iki yanında bir menteşenin iki kanadı gibi bakışımlı ve yassı iki lop yer alır. Lopların kenarları kıllarla çevrilidir. Üst yüzlerinin ortasına doğru en küçük temasa bile duyarlı, üç sert kıl vardır. Bir böcek bu kıllardan birine bir kez dokunursa kapan kapanmaz. Bir kıla dokunduktan sonra başka bir kıla veya yirmi saniye içinde tekrar aynı kıla dokunursa kapan menteşemsi iki kanadı harekete geçerek üst üste gelir ve kenardaki kıllar birbirine girerek hayvanı içeriye hapseder.Bunun amacı yanlış alarmları önlemektir.
Tuzağın dişleri aralık kalacak şekilde kapanır. Bu sayede yaprakta yer alan büyük av küçük aralıktan kaçamazken, küçüklerin kaçmasına izin verilmiş olur. Bitkinin kapanı yalnızca üç defa tuzak kurabilir ve bitki bu yüzden büyük avları tercih eder. Kapanın kapanma hızı, nem miktarı, ışık, avın boyutu ve genel yetişme koşulları gibi etkenlere bağlı olarak değişebilir. Yaprak üzerindeki avın kaçmak için çırpınma hareketi, bitkinin avını daha kolay sindirmesine yardımcı olur. Yaprağın üzerinde bulunan çok sayıda küçük salgı bezi, proteolitik, asitli bir öz su salgılar. Bu sıvı, böceği öldürerek yumuşak kısımlarını eritir, bitki bu erime ürününü soğurur ve tuzak birkaç hafta sonra tekrar açılır. Kuruyan kapanlar bitkiye zarar vermemesi için kesilir. Her kapanın sadece bir kerelik ömrü yoktur. Yağmur suları kapanı tetiklemez. Yanlışlıkla kapanan kapanlar yaklaşık yarım saatte açılır.



Bitkinin üzerinde geliştiği turbalı toprakların azot eksikliğini gidermek üzere bu şekilde elde edilen azotlu besinleri kullandığı sanılmaktadır, ama bu kesin bir olgu değildir.
Bilim insanları, sinekkapan bitkisinin Drosera (sundews) ile yakından ilişkili olduğu sonucuna varmışlardır.



Sinekkapan bitkileri, tohumdan yetiştiği zaman dört veya beş yılda olgunluğa ulaşırlar. Doğru koşullarda yetiştiği takdirde ise yirmi ila otuz sene yaşayabilirler.Sinekkapan bitkisi,kış aylarında domancy ismi verilen bir kış uykusuna yatarlar. Bu uyku döneminde kapanları kararır ve dökülür, bitki normal görünümünden uzaklaşır. Bahar ayı geldiğinde ise bitki tekrar yeni kapanlar oluşturarak eski görünümüne kavuşur. Genç bitkiler ilk birkaç sene boyunca kış uykusuna ihtiyaç duymazlar.


https://tr.wikipedia.org/wiki/Sinekkapan_bitkisi



YAĞMUR BULUTU