30 Temmuz 2013 Salı
25 Temmuz 2013 Perşembe
18 Temmuz 2013 Perşembe
ATEİSTE MUHTEŞEM CEVAP..
ATEİSTE MUHTEŞEM CEVAP..
İmam-ı Azam Ebu Hanefi'nin köyüne bir dinsiz gelir.
Meydana çıkar köylüye sorar:
Şu ağacı görüyormusunuz?
Köylü :
... - Evet
Şu evi görüyormusunuz?
-Evet
Şu dağı görüyormusunuz?
-Evet
Peki Allah'ı görüyormusunuz?
Cahil köylüde ses yok...
Dinsiz :
-Yok ki göresiniz der.
Köylüden bazıları henüz 12 yaşında olan İmam-ı Azam Ebu Hanefi'ye haber verirler.
Mübarek gelir. Dinsiz ona da aynı şeyleri söyler.
Hazret bunun üzerine köylüye sorar:
Bu adamın başındaki serpuşu görüyormusunuz?
Köylü:
-Evet
Ayakkabısını görüyormusunuz?
-Evet
Peki aklını görüyor musunuz?
köylü:
-Hayır!!!
İşte muhteşem zeka ve cevap:
-YOK Kİ GÖRESİNİZ..
15 Temmuz 2013 Pazartesi
11 Temmuz 2013 Perşembe
TATİLE GELEN NORVEÇLİ ATEİST AİLE MÜSLÜMAN OLDU.
TATİLE GELEN NORVEÇLİ ATEİST AİLE MÜSLÜMAN OLDU.
Muğla'nın Marmaris İlçesi'ne tatile gelen Norveçli bir aile, camide dinledikleri Kuran'dan etkilenerek Müslüman oldu. Daha önce herhangi bir dine inanmadıkları belirtilen aile için Muğla'da... tören düzenlendi.
Norveç'in Fredrikstad kentinde yaşayan Linda Wastrup Nyman (34) ile Frode Sigvartsen Nyman (31) çifti, çocukları Tuva Nyman (9), Mathies Nyman (9) ve Frida Nyman (6) ile tatil için bir süre önce Marmaris'e geldi. İlçede gezintiye çıkan aile Merkez Camii'nin avlusuna girdi. Aile burada okunan Kuran'dan etkilenerek caminin içine de girdi. Yaklaşık 20 dakika boyunca müezzin Hamdullah Durdu'yu gözyaşları içinde dinleyen aile, Durdu'dan, kendilerine İslamiyet'i anlatmasını istedi.
Müslüman olmaya camide karar verdiklerini belirten Linda Wastrup Nyman, "O kadar güzel okuyordu ki kendimizi caminin içinde bulduk. Ailece oturarak 20 dakika boyunca sadece dinledik ve gözlerimizden yaşlar akmaya başladı. Dinledikçe üzerimden bir ağırlığın kalktığını hissettim. Adeta hafifledim ve huzur buldum. Kendimi gerçekten çok özgür hissettim. İslamiyeti seçtiğim için çok mutluyum" dedi.
Nyman çiftinin gözyaşları içinde yanına geldiğini aktaran müezzin Hamdullah Durdu, "Kuran okuduğum esnada ailenin dinlediğine şahit oldum. Çift gözyaşları içindeydi, ellerini açıp dua ettiklerini gördüm. Belki de neye dua ettiklerini bilmiyorlardı. Eşiyle sarılıp ağladıklarına şahit oldum. Sonra bize gelerek ateist olduklarını ifade ettiler. Okunan Kuran'ı Kerim'den etkilenerek İslam dinini tercih ettiklerini söylediler" diye konuştu.
İhtida merasiminin ardından Linda Wastrup Nyman 'Ayşe', Frode Andre Sigvartsen Nyman 'Ali', Mathies Nyman 'Ayhan', Tuva Nyman 'Esma', Frida Nyman ise 'Elif' adlarını aldı. Norveçli aileye, Müftü Yardımcısı Hüseyin Küçükoğlu tarafından Kuran'ı Kerim hediye edildi.
Muğla'nın Marmaris İlçesi'ne tatile gelen Norveçli bir aile, camide dinledikleri Kuran'dan etkilenerek Müslüman oldu. Daha önce herhangi bir dine inanmadıkları belirtilen aile için Muğla'da... tören düzenlendi.
Norveç'in Fredrikstad kentinde yaşayan Linda Wastrup Nyman (34) ile Frode Sigvartsen Nyman (31) çifti, çocukları Tuva Nyman (9), Mathies Nyman (9) ve Frida Nyman (6) ile tatil için bir süre önce Marmaris'e geldi. İlçede gezintiye çıkan aile Merkez Camii'nin avlusuna girdi. Aile burada okunan Kuran'dan etkilenerek caminin içine de girdi. Yaklaşık 20 dakika boyunca müezzin Hamdullah Durdu'yu gözyaşları içinde dinleyen aile, Durdu'dan, kendilerine İslamiyet'i anlatmasını istedi.
Müslüman olmaya camide karar verdiklerini belirten Linda Wastrup Nyman, "O kadar güzel okuyordu ki kendimizi caminin içinde bulduk. Ailece oturarak 20 dakika boyunca sadece dinledik ve gözlerimizden yaşlar akmaya başladı. Dinledikçe üzerimden bir ağırlığın kalktığını hissettim. Adeta hafifledim ve huzur buldum. Kendimi gerçekten çok özgür hissettim. İslamiyeti seçtiğim için çok mutluyum" dedi.
Nyman çiftinin gözyaşları içinde yanına geldiğini aktaran müezzin Hamdullah Durdu, "Kuran okuduğum esnada ailenin dinlediğine şahit oldum. Çift gözyaşları içindeydi, ellerini açıp dua ettiklerini gördüm. Belki de neye dua ettiklerini bilmiyorlardı. Eşiyle sarılıp ağladıklarına şahit oldum. Sonra bize gelerek ateist olduklarını ifade ettiler. Okunan Kuran'ı Kerim'den etkilenerek İslam dinini tercih ettiklerini söylediler" diye konuştu.
İhtida merasiminin ardından Linda Wastrup Nyman 'Ayşe', Frode Andre Sigvartsen Nyman 'Ali', Mathies Nyman 'Ayhan', Tuva Nyman 'Esma', Frida Nyman ise 'Elif' adlarını aldı. Norveçli aileye, Müftü Yardımcısı Hüseyin Küçükoğlu tarafından Kuran'ı Kerim hediye edildi.
TOLSTOY MÜSLÜMANMIYDI?
TOLSTOY MÜSLÜMANMIYDI?
Tolstoy'un Müslüman olduğuna dair bilgiler vardır. Ancak yine de gerçeği Allah bilir. Ünlü Rus yazar Tolstoy'un, ölümünden bir yıl önce Hz. Muhammed'in (s.a.s.) hadislerini derlediği bir risalesi olduğu ortaya çıktı.... Tolstoy'un bu eserinin, Rus halkında İslam'a ilgi uyandırmaması için komünizm döneminde gizlendiği belirtildi.
"Muhammed her zaman Evangelizmin (Hristiyanların) üstüne çıkıyor. O, insanı Allah saymıyor ve kendini de Allah ile bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilahı yoktur ve Muhammed O'nun peygamberidir. Burada hiçbir muamma ve sır yoktur." Bu sözler, tanınmış Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy'a aittir.
1909 YILINDA NEŞREDİLDİ
Tolstoy, bu risalesini 1909 yılında neşretti. Ancak kitap Rusları etkilememesi için devlet tarafından bilinçli bir politikayla gözlerden uzak tutuldu. Sovyetler'in yıkılması ile 1990 yılında eser, Rusça olarak yeniden yayımlandı. Tolstoy'u bu kitabı yazmaya yönelten olay ise 1908 yılında Hindistanlı âlim Abdullah El Sühreverdi'nin "Hz. Muhammed'in Hadisleri" adlı kitabını okuması sonrasında gerçekleşti. Kitaptan oldukça etkilenen Tolstoy, seçtiği hadislerle hemen bir kitapçık oluşturdu. Tolstoy daha çok, Allah inancı, fakirlik, eşitlik, ölüm ve iyi insan olma gibi konuları içeren hadisleri toparladı. Tolstoy'un seçtiği hadislerden bazıları şöyle:
"Hakikat insanlar için ne kadar acı olsa da, hakikati söyleyin."
"Hiç kimse öfkesini yutmaktan daha güzel bir içki içmemiştir."
"İşçinin hakkını alnının teri kurumadan veriniz."
"Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz."
NAKŞÎ DERVİŞLERİYLE GÖRÜŞMÜŞ
"Hz Muhammed" risalesini Karakutu Yayınları için Türkçe'ye çeviren Arif ARSLAN Tolstoy'un yaşadığı dönemde Tataristan'da faaliyet gösteren Nakşî dervişleriyle görüştüğünü bu belgelerin Tatar Edebiyat Tarihi kitaplarında yer aldığını söyledi. Buna göre; Tatarlarda 1860 yıllarında çok ilginç bir sofi teşkilatı meydana gelir. Kurucusu Bahauddin Vaisov, Nakşibendî Tarikatına mensuptur. Bahauddin Vaisov, Tolstoy ile görüşmüş ve ona bu tarikatı anlatmıştır. Tolstoy'da onların fikirlerinin pek çoğuna katıldığını yazışmalarda ifade ediyor. Tolstoy bu yazışmalarda kendi çevirdiği hadislere de yer veriyor. Tolstoy'un Arap dilini bilmediği için İslam'ı Rus misyonerlerinden öğrendiği söyleniyor.
MÜSLÜMAN GİBİ DEFNEDİLDİ İDDİASI
"Hz Muhammed" kitabını Rusça'dan Azericeye çeviren Prof. Dr. Telman Hurşidoğlu Aliyev ise kitapta bir Arapla evlenip İslam'ı kabul etmiş Valeriya Porohova isimli Rus bir kadının anılarına da yer veriyor. On bir yıl eşiyle Suudi Arabistan'da yaşayan Bayan Porohova, Kur'an-ı Kerim'i Rusça'ya tercüme etmiş. Porohova, ünlü yazar Tolstoy'un son zamanlarında İslam'ı kabul ettiğini ve bir Müslüman gibi toprağa verilmeyi vasiyet ettiğini iddia ediyor. Tolstoy'un İslami usullere göre defnedildiğini iddia eden Porohova, mezarının başında Hristiyanlığın sembolü olan Haç'ın da yer almadığını belirtiyor. Sovyet hükümetlerinin bu gerçeği uzun yıllar gizlemeye çalıştığını kaydeden Prof. Aliyev, Tolstoy'un Müslüman olduğunun öğrenilmesi halinde, Rus halkında İslam'a yönelme akımının başlamasından korkulduğunu ileri sürüyor.
Kitap, Rus Yelena Vekilova'nın Tolstoy ile oğulları üzerine yaptığı çarpıcı mektuplaşmaya da yer veriyor. Azeri kökenli General İbrahim Ağa ile evli olan Vekilova biri üniversitede, diğeri askeri okulda okuyan iki oğlunun babalarının dini İslam'a meylettiğini söylüyor. Bu durumda ünlü Rus yazara Rus ve Hristiyan olarak kendisinin ne yapması gerektiğini soruyor. Tolstoy şu cevabı veriyor; "Muhammediliğe, Hristiyan dininden daha fazla önem vermelerine gelince, ben bütün kalbimle buna katılıyorum. Bunu söylemek ne kadar tuhaf olsa da benim için Muhammedilik, Haça tapmaktan mukayese edilmeyecek kadar üstündür." Tolstoy, mektubun devamında, "Eğer insan seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her Hristiyan ve her bir insan şüphe ve tereddüt etmeden Muhammediliği, tek Allah'ı ve O'nun peygamberini kabul ederdi."
VEREMDEN ÖLDÜ
1828'de doğan Tolstoy, önce annesini, sonra babasını kaybetti. Dokuz yaşından itibaren halasının gözetiminde büyüdü. Asil ve zengin bir ailenin çocuğu olan Tolstoy, çocuk yaşında Fransızca ve Almanca öğrendi. 1844'te Kazan Üniversitesi'nde Doğu Dilleri üzerine eğitim görmeye başladığı hâlde, bohem yaşama olan düşkünlüğü ile bu eğitimi yarıda bıraktı. On dokuz yaşına geldiğinde ailesinden kalan servetin vârislerinden birisi olarak genç yaşında büyük bir servete kondu. 1851'de Kafkaslara askeri eğitim almaya gitti. İki yıl sonra Osmanlılara karşı savaşmak üzere cepheye katıldı. 1856'da ordudan ayrıldı. Çocukluk anılarını anlattığı "Çocukluk"u 1851'de henüz yirmi üç yaşındayken kaleme almaya başladı. Kafkas halklarının yaşamını ele aldığı "Hacı Murat" ve "Kazaklar" romanlarını 1852'de, Kırım Savaşı'nı anlattığı "Sivastopol Hikâyeleri"ni 1855'te yayımladı. Ardından Fransa, İngiltere ve Belçika'ya seyahatler düzenledi. 1862'de evlendi. Ertesi yıl en önemli eserlerinden "Savaş ve Barış"ı yazmaya başladı, altı yıl sonra 1869'da tamamladı. 1873'te bir diğer klasik eseri "Anna Karanina"yı kaleme almaya başladı ve üç yılda bitirebildi.
Bir diğer güçlü eseri "Diriliş"i yirmi yıl sonra yazmaya başladı ve 1899'da tamamladı. Ara dönemde "Din Nedir"i, "Ölüm Manifestosu" ve "Üç Ölüm" gibi insan, yaratıcı ve ölümü ana tema olarak ele aldığı hikâye ve romanları yazdı. Tolstoy, seksen iki yaşında eşiyle yaşadığı geçimsizlik ve kavgalara kızarak çocukluğundan beri yaşadığı Yasnaya Polyana'daki evini terk etti. 20 Kasım 1910'da Odesa-İstanbul üzerinden Bulgaristan'a gitmeye çalışırken zatürreeye yakalandı ve Astapova'da metruk bir tren garında hayata veda etti. Vasiyeti sebebiyle Yasnaya Polyana'daki çiftliğinin sessiz ve gölgeli bir yerine gömüldü.
İşe Yaramaz Zannedilen Kuyruk Sokumu
İşe Yaramaz Zannedilen Kuyruk Sokumu.
Kuyruk sokumu, insanlarda, omurganın son 4- 5 omurunun birleşmesinden meydana gelen, tabanı yukarıda, üçgen biçiminde bir kemiktir. Önden arkaya doğru basık olan bu kemiğin ön yüzü hafifçe çukur, arka y...üzü tümsek’ olup, omurların birleşme yerinde enine kemiksi oluklarından oluşan eklemlerle, bütün bir kemik halini almıştır. Evrim teorisine inananlara göre kuyruk sokumu kemiği, geçmişteki maymunumsu atalarımızın(!) bir kalıntısı olarak bugüne kadar gelmiş, hiçbir fonksiyonu olmayan bir kemiktir. Oysaki bu kemik; anatomi, fizyoloji ve kadın- doğum bilimleri açısından incelendiğinde, yapı ve fonksiyonları bakımından ne kadar önemli ve lüzumlu bir kemik olduğu görülür.
Eklem ve Kemik Yapısı: Kuyruk sokumu kemikleri kendi aralarında, oynamaz eklemlerle kaynaşmışlardır. Sağrı kemiği (sacrum) ile yaptığı eklem ise oynar eklemdir. Bu eklemin oynar oluşunun faydası şudur: Anne karnındaki bebeğin baş çapının en dar yeri 11,5-12 cm’ dir. Kuyruk sokumu ile pubis kemiği (kalça kemerinin ön taraftaki çatıyı yapan kemikleri) arasında olan bebeğin çıkış kapısı ise 9,5-10 cm’ dir. Doğum esnasında bebek başı, kuyruk sokumuna sürtünerek gelir. Bebek, kuyruk sokumundan geçerken, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasındaki eklem, hormonların da yardımıyla oynar hale gelir ve kuyruk sokumu 2- 2,5 cm geriye gider. Çocuğun çıkış kanalı 11,5-12,5 cm’ ye çıkar ve başın rahat geçmesini sağlar. Bu eklem hayat boyu hareketli kalır.
Kuyruk sokumu kemiğinde, iki tane de çıkıntı kemiği vardır. Bu çıkıntı kemikleri, oturma anında sağa ve sola kaymaları önlemektedir. Yine sağlamlığı, anatomik görünüşündeki geometrik estetikle bir sanat eserini andıran ve sert zemine oturmada stabiliteyi destekleyen dört tane ağ vardır ki, bu bağlar sağrı kemiği ile bütünlüğü Sağlar. Evrimci görüşün dediği gibi bu kemik işe yaramaz bir kalıntı ise, kalıntı olan bir kemikte, bu bağların ve kemik yapısının fizyolojik fonksiyonlara uygun olmasına ne gerek vardır? Yoksa ilkel hayvan, kuyruğunu küçültürken (l), insanın anatomik yapısı şöyle olacak, doğumu böyle yapacak, çocuğun kafa çapı şu olacak, ben kuyruğuma şu şekli vereyim, diye düşündü de, kuyruk sokumunu bu anatomik yapıya uygun bağlarla mı donattı?
Kuyruk sokumu kemiği, kendini besleyen coccigeal arter, kirli kanı toplayan coccigeal yeni ve kendi yapısına uygun coccigeal sinire sahiptir. Ayrıca, kayganlığı sağlayan bir sıvı salgılayan coccigeal bursa, coccigeal cisim, glomus coccygeum ve cuschka bezleri de bulunur. Oysaki embriyolojik kalıntı olan kemiklerde böyle kendine has anatomik bir yapı oluşmaz, çevrenin anatomik yapısına göre şekil kazanır. Örnek verecek olursak; bazı insanlarda, doğuştan 7. boyun kemiğinden çıkıntı olarak, bir fazla kaburga kemiği vardır. Buna cervical kaburga denir. Normalde, boyun kemiklerinde kaburga kemiği olmamasına rağmen, bazı insanlarda fazlalık olarak görülür. Bu fazlalık kemik; özel bir atardamar, toplardamar ve sinire (intercostal sinir) sahip olmadığından, çevredeki anatomik yapının ana damarları ve sinirleri tarafından işgal edilir. Eğer kuyruk sokumu kalıntı olsaydı anatomik yapısı kendine has atardamar, toplardamar, sinir, bursa ve beze sahip olmazdı.
Fazlalık (anomali) kemiklerin bir özelliği de, ancak operasyonla (kemiğin çıkarılması) son bulacak rahatsızlıklara yol açmalarıdır. Mesela; boynunda cervical costa denilen fazla kemiği olanlarda kol ağrısı, kol uyuşması ve kuvvet azlığı olur. Bu kemik çıkarıldığında şikâyetler geçer. Oysaki kuyruk sokumu kemiği çıkarıldığında, doğum ve büyük abdesti yapmada problemler çıkar.
Adaleler ve Ligamentler: Aşağıdaki adale ve Iigamentler (lig: bağlar), kuyruk sokumuna yapışırlar.
1- Musculus coccygeus lig. sacrospinale: Bu adaleyi meydana getiren kas hüzmeleri sağrı ve kuyruk sokumu kemiğinin dış kenarlarından başlar, leğen kemiğinin altına yapışır.
2- Lig. sakro-tuberale: Sağrı kemiği ve kuyruk sokumu altından başlayarak, leğen kemiğinin arka altına yapışır. Kuyruk sokumu ile sağrı kemiğinden gelen adaleler hüzmesi birbirini çaprazlar. Bu iki bağ aracılığı ile çaprazların arasında iki delik oluşur. Bu iki deliğin içinden, erkek/kadın genital ve boşaltım organlarına, damar ve sinirler geçer. Bu iki delik, damar ve sinirleri koruma altında tutar.
3- Lig. anococcygeum: M. sfinkter ani externus isimli kas, bu bağ vasıtasıyla uzanır ve kuyruk sokumunun ucuna yapışır. M. sfinkter ani externus kası, anal kanal (son bağırsağın çıkışı) etrafını halka şeklinde sararak, anüsü devamlı kapalı tutar ve defekasyon (dışkılama) sırasında isteğimize göre gevşer. Bu kas devamlı kasılmak için destek gücünü, lig. anococcygeum vasıtasıyla, kuyruk sokumu kemiğinden alır. Ligament ve kasların çekmesiyle, kuyruk sokumu kemiği öne eğik pozisyonda durur ki, oturma anında buraya yansıyan yük süspanse olsun, yani hafifletilerek sıkıntı vermeyecek duruma gelsin. Çünkü kasların yapışması sebebiyle, özellikle defekasyon anında kuyruk sokumunun belli hareketleri vardır. Oturulurken kuyruk sokumunun arka yüzüne baskı gelir. Kuyruk sokumu, öne doğru tek oynar eklem olan sağrı ile yaptığı eklemden hareket ederek bu baskıyı azaltır.
Kuyruk sokumu kemiğine yapışan bu kaslar, leğen kemiğinin tabanını oluştururlar. Yine doğum alt zeminini oluştururken, kalın bağırsağın, diğer damar ve sinirlerin zeminini döşeyen sağlam bir tabaka teşkil ederler.
Eğer kuyruk sokumu kemiği kalıntı kemik sayılırsa (yani bu kemik özel bir planla yaratılmamış olsa), o zaman bu adaleler ve bağlar nereye yapışacaktı?
Adalelerin görevlerini tam yapabilmeleri için, kemiklere yapışmış olmaları gerekmektedir. Yapışacak yeri olmayan, boşlukta kalan bir adale, güç meydana getiremeyeceğinden, fonksiyonunu tam yapamaz; büzülmüş ve zayıflamış halde kalır. Özellikle anüsün kapalı tutulmasında fonksiyon gören anüs adalesi, lig anococcygeuma bağlıdır. Kuyruk sokumu kemiği olmasaydı bu kaslar tam fonksiyon yapamadığından, anüs kısmında, zıt yöndeki kasın çekmesiyle tek taraflı bir güçsüzlük olurdu. Ameliyatla kuyruk sokumu alınan hastalar, anüsün kasılma gücünde azalma ve anüse sert bir şey batar gibi bir hissin şikâyetiyle doktora başvurmaktadırlar. Kuyruk sokumu kemiği eğer kalıntı sayılırsa, ona yapışan adaleleri ve bağları da kalıntı saymak gerekir. Kalıntı kemik acaba kendini oluştururken(1); kalıntı damarını, siniri kuyruk, salgı kesesini, bağlarını, adalelerini, lazım olacak eklemlerini kendisi ayarlayarak, diğer kalıntıları da beraberinde mi geliştirmiştir?
Doğumdaki mucizeyi organizasyon: Doğum sırasında rahim ve karın kaslarının kasılmasıyla aşağı doğru itilen bebeğin, bazı darlıklardan geçmesi lazımdır. Bu darlıklardan üçüncüsü, son darlık olan kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğinin ön kısmı arasındaki darlıktır. Bu darlıktan bebek geçerken, hormonların tesiriyle, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasındaki eklem 2- 2,5 cm. geriye doğru hareket eder ve baş buradan geçerek normal doğum sağlanmış olur.
Doğum kanalı eğriliği sağrı kemiğinin iç bükey eğriliğine uyar. Bu eğrilik tam olmayıp, iki düz hattı birleştiren bir kıvrıntıdan ibarettir. Bu kanal, kuyruk sokumu ve leğen ön kemiği arasında öne doğru bir kıvrıntı gösterir. Kemik ve yumuşak dokuların anatomik kıvrımları, başın bu eksen üzerinden ilerlemesine müsaade edecek şekildedir. Bu eksene tabi olan baş, çıkışa yakın yerde geriye çevrilme hareketini yaparak, çıkabilmesi için zaten mevcut olan tek şartı da gerçekleştirmiş olur. Başın gelişi, vertex geliş’ dediğimiz tepe gelişle olur. Çünkü, bu gelişle başın en dar çapının 10-11,5 cmuk kısmının geçişi sağlanır. Bu geliş dışındaki gelişler komplikasyonlu gelişlerdir ve rahim, perine ve anüs yırtıklarına sebep almaktadırlar. Buradaki anatomik yapı öyle ayarlı yaratılmıştır ki, vertex gelişi dışında başka bir gelişe en küçük bir imkân vermeyecek şekildedir. Bu mekanizmanın en önemli parçası ise, kuyruk sokumu kemiğidir.
Kuyruk sokumu ve sağrı kemiği arasındaki eklemin arkaya hareketi ile, yumuşak dokular fazla gerilmeye uğramazlar. Bu bakımdan başın geriye kıvrılıp vertex’e (tepe geliş) yönelmesi mecburiyeti vardır.
İnsan düşündüğü zaman, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasında oynar eklem ve kuyruk sokumu kemiği olmasaydı, bebek, bu küçük darlıktan geçerken 2-2,5 cm’ lik genişleme olmayacak ve çoğu doğumlar; ya gerçekleşmeyecek ya da bebeğin uzun süre bu darlıkta kalarak ölmesiyle; rahim, doğum yolu, perine ve anüs (makat) yırtıklarıyla neticelenecekti.
Yine kuyruk sokumu kemiğinin iç bükey şekli, başın tepe üzeri gelişini (vertex) sağlamaktadır. Kemik bu şekilde olmasaydı baş, deflexion dediğimiz geriye dönüşü yapamayacak, tepe gelişi sağlanamayacak ve çocuk kanaldan geçerken, başın en geniş çaplı kısmı yukarıda saydığımız komplikasyonlara ve çocukta (anoksi) oksijensizliğe, kırıklara, sinir zedelenmelerine sebep olacaktı.
Çok yönlü görevleri olan kuyruk sokumu kemiğine, fazlalık ya da hiçbir fonksiyon görmeyen gereksiz bir kemiktir demek, aklın ve ilmin kabul etmeyeceği bir durumdur. Bu konudaki fikirler, tek hücrelilerden insana kadar olan silsilede, benzetme yapılarak, peşin kabullenmeye göre, hiçbir organın anatomisi, fizyolojisi, patolojisi, biyokimyası ve biyomekaniği incelenmeden ortaya atılmış fikirlerdir.
KAYNAKLAR:
Eklem ve Kemik Yapısı: Kuyruk sokumu kemikleri kendi aralarında, oynamaz eklemlerle kaynaşmışlardır. Sağrı kemiği (sacrum) ile yaptığı eklem ise oynar eklemdir. Bu eklemin oynar oluşunun faydası şudur: Anne karnındaki bebeğin baş çapının en dar yeri 11,5-12 cm’ dir. Kuyruk sokumu ile pubis kemiği (kalça kemerinin ön taraftaki çatıyı yapan kemikleri) arasında olan bebeğin çıkış kapısı ise 9,5-10 cm’ dir. Doğum esnasında bebek başı, kuyruk sokumuna sürtünerek gelir. Bebek, kuyruk sokumundan geçerken, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasındaki eklem, hormonların da yardımıyla oynar hale gelir ve kuyruk sokumu 2- 2,5 cm geriye gider. Çocuğun çıkış kanalı 11,5-12,5 cm’ ye çıkar ve başın rahat geçmesini sağlar. Bu eklem hayat boyu hareketli kalır.
Kuyruk sokumu kemiğinde, iki tane de çıkıntı kemiği vardır. Bu çıkıntı kemikleri, oturma anında sağa ve sola kaymaları önlemektedir. Yine sağlamlığı, anatomik görünüşündeki geometrik estetikle bir sanat eserini andıran ve sert zemine oturmada stabiliteyi destekleyen dört tane ağ vardır ki, bu bağlar sağrı kemiği ile bütünlüğü Sağlar. Evrimci görüşün dediği gibi bu kemik işe yaramaz bir kalıntı ise, kalıntı olan bir kemikte, bu bağların ve kemik yapısının fizyolojik fonksiyonlara uygun olmasına ne gerek vardır? Yoksa ilkel hayvan, kuyruğunu küçültürken (l), insanın anatomik yapısı şöyle olacak, doğumu böyle yapacak, çocuğun kafa çapı şu olacak, ben kuyruğuma şu şekli vereyim, diye düşündü de, kuyruk sokumunu bu anatomik yapıya uygun bağlarla mı donattı?
Kuyruk sokumu kemiği, kendini besleyen coccigeal arter, kirli kanı toplayan coccigeal yeni ve kendi yapısına uygun coccigeal sinire sahiptir. Ayrıca, kayganlığı sağlayan bir sıvı salgılayan coccigeal bursa, coccigeal cisim, glomus coccygeum ve cuschka bezleri de bulunur. Oysaki embriyolojik kalıntı olan kemiklerde böyle kendine has anatomik bir yapı oluşmaz, çevrenin anatomik yapısına göre şekil kazanır. Örnek verecek olursak; bazı insanlarda, doğuştan 7. boyun kemiğinden çıkıntı olarak, bir fazla kaburga kemiği vardır. Buna cervical kaburga denir. Normalde, boyun kemiklerinde kaburga kemiği olmamasına rağmen, bazı insanlarda fazlalık olarak görülür. Bu fazlalık kemik; özel bir atardamar, toplardamar ve sinire (intercostal sinir) sahip olmadığından, çevredeki anatomik yapının ana damarları ve sinirleri tarafından işgal edilir. Eğer kuyruk sokumu kalıntı olsaydı anatomik yapısı kendine has atardamar, toplardamar, sinir, bursa ve beze sahip olmazdı.
Fazlalık (anomali) kemiklerin bir özelliği de, ancak operasyonla (kemiğin çıkarılması) son bulacak rahatsızlıklara yol açmalarıdır. Mesela; boynunda cervical costa denilen fazla kemiği olanlarda kol ağrısı, kol uyuşması ve kuvvet azlığı olur. Bu kemik çıkarıldığında şikâyetler geçer. Oysaki kuyruk sokumu kemiği çıkarıldığında, doğum ve büyük abdesti yapmada problemler çıkar.
Adaleler ve Ligamentler: Aşağıdaki adale ve Iigamentler (lig: bağlar), kuyruk sokumuna yapışırlar.
1- Musculus coccygeus lig. sacrospinale: Bu adaleyi meydana getiren kas hüzmeleri sağrı ve kuyruk sokumu kemiğinin dış kenarlarından başlar, leğen kemiğinin altına yapışır.
2- Lig. sakro-tuberale: Sağrı kemiği ve kuyruk sokumu altından başlayarak, leğen kemiğinin arka altına yapışır. Kuyruk sokumu ile sağrı kemiğinden gelen adaleler hüzmesi birbirini çaprazlar. Bu iki bağ aracılığı ile çaprazların arasında iki delik oluşur. Bu iki deliğin içinden, erkek/kadın genital ve boşaltım organlarına, damar ve sinirler geçer. Bu iki delik, damar ve sinirleri koruma altında tutar.
3- Lig. anococcygeum: M. sfinkter ani externus isimli kas, bu bağ vasıtasıyla uzanır ve kuyruk sokumunun ucuna yapışır. M. sfinkter ani externus kası, anal kanal (son bağırsağın çıkışı) etrafını halka şeklinde sararak, anüsü devamlı kapalı tutar ve defekasyon (dışkılama) sırasında isteğimize göre gevşer. Bu kas devamlı kasılmak için destek gücünü, lig. anococcygeum vasıtasıyla, kuyruk sokumu kemiğinden alır. Ligament ve kasların çekmesiyle, kuyruk sokumu kemiği öne eğik pozisyonda durur ki, oturma anında buraya yansıyan yük süspanse olsun, yani hafifletilerek sıkıntı vermeyecek duruma gelsin. Çünkü kasların yapışması sebebiyle, özellikle defekasyon anında kuyruk sokumunun belli hareketleri vardır. Oturulurken kuyruk sokumunun arka yüzüne baskı gelir. Kuyruk sokumu, öne doğru tek oynar eklem olan sağrı ile yaptığı eklemden hareket ederek bu baskıyı azaltır.
Kuyruk sokumu kemiğine yapışan bu kaslar, leğen kemiğinin tabanını oluştururlar. Yine doğum alt zeminini oluştururken, kalın bağırsağın, diğer damar ve sinirlerin zeminini döşeyen sağlam bir tabaka teşkil ederler.
Eğer kuyruk sokumu kemiği kalıntı kemik sayılırsa (yani bu kemik özel bir planla yaratılmamış olsa), o zaman bu adaleler ve bağlar nereye yapışacaktı?
Adalelerin görevlerini tam yapabilmeleri için, kemiklere yapışmış olmaları gerekmektedir. Yapışacak yeri olmayan, boşlukta kalan bir adale, güç meydana getiremeyeceğinden, fonksiyonunu tam yapamaz; büzülmüş ve zayıflamış halde kalır. Özellikle anüsün kapalı tutulmasında fonksiyon gören anüs adalesi, lig anococcygeuma bağlıdır. Kuyruk sokumu kemiği olmasaydı bu kaslar tam fonksiyon yapamadığından, anüs kısmında, zıt yöndeki kasın çekmesiyle tek taraflı bir güçsüzlük olurdu. Ameliyatla kuyruk sokumu alınan hastalar, anüsün kasılma gücünde azalma ve anüse sert bir şey batar gibi bir hissin şikâyetiyle doktora başvurmaktadırlar. Kuyruk sokumu kemiği eğer kalıntı sayılırsa, ona yapışan adaleleri ve bağları da kalıntı saymak gerekir. Kalıntı kemik acaba kendini oluştururken(1); kalıntı damarını, siniri kuyruk, salgı kesesini, bağlarını, adalelerini, lazım olacak eklemlerini kendisi ayarlayarak, diğer kalıntıları da beraberinde mi geliştirmiştir?
Doğumdaki mucizeyi organizasyon: Doğum sırasında rahim ve karın kaslarının kasılmasıyla aşağı doğru itilen bebeğin, bazı darlıklardan geçmesi lazımdır. Bu darlıklardan üçüncüsü, son darlık olan kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğinin ön kısmı arasındaki darlıktır. Bu darlıktan bebek geçerken, hormonların tesiriyle, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasındaki eklem 2- 2,5 cm. geriye doğru hareket eder ve baş buradan geçerek normal doğum sağlanmış olur.
Doğum kanalı eğriliği sağrı kemiğinin iç bükey eğriliğine uyar. Bu eğrilik tam olmayıp, iki düz hattı birleştiren bir kıvrıntıdan ibarettir. Bu kanal, kuyruk sokumu ve leğen ön kemiği arasında öne doğru bir kıvrıntı gösterir. Kemik ve yumuşak dokuların anatomik kıvrımları, başın bu eksen üzerinden ilerlemesine müsaade edecek şekildedir. Bu eksene tabi olan baş, çıkışa yakın yerde geriye çevrilme hareketini yaparak, çıkabilmesi için zaten mevcut olan tek şartı da gerçekleştirmiş olur. Başın gelişi, vertex geliş’ dediğimiz tepe gelişle olur. Çünkü, bu gelişle başın en dar çapının 10-11,5 cmuk kısmının geçişi sağlanır. Bu geliş dışındaki gelişler komplikasyonlu gelişlerdir ve rahim, perine ve anüs yırtıklarına sebep almaktadırlar. Buradaki anatomik yapı öyle ayarlı yaratılmıştır ki, vertex gelişi dışında başka bir gelişe en küçük bir imkân vermeyecek şekildedir. Bu mekanizmanın en önemli parçası ise, kuyruk sokumu kemiğidir.
Kuyruk sokumu ve sağrı kemiği arasındaki eklemin arkaya hareketi ile, yumuşak dokular fazla gerilmeye uğramazlar. Bu bakımdan başın geriye kıvrılıp vertex’e (tepe geliş) yönelmesi mecburiyeti vardır.
İnsan düşündüğü zaman, kuyruk sokumu ile sağrı kemiği arasında oynar eklem ve kuyruk sokumu kemiği olmasaydı, bebek, bu küçük darlıktan geçerken 2-2,5 cm’ lik genişleme olmayacak ve çoğu doğumlar; ya gerçekleşmeyecek ya da bebeğin uzun süre bu darlıkta kalarak ölmesiyle; rahim, doğum yolu, perine ve anüs (makat) yırtıklarıyla neticelenecekti.
Yine kuyruk sokumu kemiğinin iç bükey şekli, başın tepe üzeri gelişini (vertex) sağlamaktadır. Kemik bu şekilde olmasaydı baş, deflexion dediğimiz geriye dönüşü yapamayacak, tepe gelişi sağlanamayacak ve çocuk kanaldan geçerken, başın en geniş çaplı kısmı yukarıda saydığımız komplikasyonlara ve çocukta (anoksi) oksijensizliğe, kırıklara, sinir zedelenmelerine sebep olacaktı.
Çok yönlü görevleri olan kuyruk sokumu kemiğine, fazlalık ya da hiçbir fonksiyon görmeyen gereksiz bir kemiktir demek, aklın ve ilmin kabul etmeyeceği bir durumdur. Bu konudaki fikirler, tek hücrelilerden insana kadar olan silsilede, benzetme yapılarak, peşin kabullenmeye göre, hiçbir organın anatomisi, fizyolojisi, patolojisi, biyokimyası ve biyomekaniği incelenmeden ortaya atılmış fikirlerdir.
KAYNAKLAR:
1-Doğum Bilgisi. Prof. Dr. Ali Gürgüç (E.Ü.T.F. Kadın Doğum. ABD)
2-Ortopedi. Türek L. Samuel. ciır2
3- Anatomi İ. V. Odar. Cilt:1.
4- Atlas der Anotomie dee Menschen. Kemikler, Bağlar, Eklemler. Cilt:1.
Dr. Arslan MAYDA / Biyoloji - Aralık 1997
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/ise-yaramaz-zannedilen-kuyruk-sokumu.html
Öldükten sonra çürümeyen acbü'z-zeneb kemiği(kuyruk sokumu) ile tekrar yaratılma.
Öldükten sonra çürümeyen acbü'z-zeneb kemiği(kuyruk sokumu) ile tekrar yaratılma.
Muteber hadis kitaplarında "ölümünden sonra insanın herşeyinin çürüyüp yok olacağı, ancak acbü'z-zeneb denilen kemiğin bundan müstesna olduğunu bildirilmiş, ...kıyamet koptuktan sonra ikinci yaratılışın bu çürümeyen kemikten derlenip toparlanacağını" haber verilmiştir. (1)
Acbü'z-zeneb ile ilgili hadisleri tahlil ettiğimiz zaman, haşr (ikinci yaratılış) ile insanın ana rahmindeki oluşumu arasındaki münasebeti tesbit edebiliriz. Günümüzde tıp ilminin vardığı sonuç şudur: "Sperm ana rahmine düştüğü zaman (ilk oluşum esnasında) ana rahmiyle, insan embriyosu arasında birleştirici bir sap bulunur. Başlangıçta cenin bu sap üzerinde büyür. İşte bu sap, insan embriyosunun kuyruk sokumuna tekabül eden bölgesidir." Hadis-i şeriflerde acbü'z-zeneb diye ifade edilen kemiğin, yeniden dirilişin çekirdeğini teşkil edeceğini düşünmek mümkündür. Resûl-i Ekrem (sav)'in "hardal tanesine benzettiği ve insan bedeninin çekirdeği" (2) olarak vasıflandırdığı acbü'z-zeneb, insanoğlunun kendine mahsus özelliklerini içinde toplamaktadır. Her insanın parmak izi birbirinden farklı olduğu gibi, acbü'z-zeneb kemiği de farklıdır. Buna genetik şifre isminin verilip verilmeyeceği meselesinde tevakkuf etmekte fayda vardır. Meselenin özü budur.
İnsanın en değer verdiği ve üstünde titrediği ve onu zâyi etmekten korktuğu en kıymettâr varlığı ruhudur ve onun misafir olarak içinde bulunduğu emânet olan bedeni ve âzâlarıdır.
Cenâb-ı Hak, canlı ve şuûrlu bir kanun özelliğinde yarattığı ruha ebediyet vasfı vermiştir. Ruh ölümsüzdür. Ceset istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklâliyet ve devâmına zarar vermez. Ölümle beden elbisesinden soyunan ruhlar, berzâh âleminin muhtelif tabakalarında hayâtiyetlerini devam ettirirler.
Kurutulmuş özlü çamurdan bedenine şekil verilen ve sonra ruh üflenilen ilk insan Hazret-i Âdem (as) annesiz ve babasız yaratılmıştır. Kur’ân’da misâli, Hazret-i Âdem’in (a.s.) yaratılışına benzetilen Hz. İsa (a.s.) ise, babasız olarak halk edilmiştir. Bunların dışında kalan insanlar, sebepler dâiresinde anne ve babanın izdivacından tevellüd eder. Dişi hücrenin spermle döllenmesi insan bedeninin ilk nüvesini teşkil eder. Hücrelerin çoğalarak önce kan pıhtısına, oradan bir çiğnem ete, oradan da et, kemik ve insan şekline dönüşmesi bir tertiple cereyan eder.
İnsanın ana rahminde bu yaratılış silsilesi muhtelif sûrelerde nazara verilir ve ikinci dirilişin de bunun gibi ve bundan daha kolay olduğu dile getirilir.
İkinci dirilişi tasvir eden hadis-i şeriflerde, kuyruk sokumundaki acbü’z-zeneb denilen bir çekirdek üzerinde, insan bedeni tekrar yaratılacağı haber verilir. Zâten acb, bir şeyin en sonu ve zeneb de kuyruk anlamındadır. Lügatlerde acbü’z-zeneb, kuyruk sokumu olarak tarif edilmektedir. Omurga kemiğinin en sonu kuyruk sokumudur. İşte, kuyruk sokumunda insanın tohumu hükmündeki hücreler üzerinde insan bedeni haşirde yeniden diriltilecektir.
“Sonra Allah gökten bir hayat suyu indirir ve bu sayede ölüler, bitkinin yerden bitişi gibi kabirlerinden çıkarlar. İnsan bedeni bütünüyle çürüyüp yok olur, ancak acbü’z-zeneb müstesnâ, insanlar bundan yaratılır.”
“Toprak, insanoğlunun acb dışındaki bütün cesedini yiyip tüketir. İnsan acbden yaratılmıştır, tekrar ondan meydana getirilecektir.”
Bu ve emsâli hadisler, insan bedenini teşkil eden asıl zerrelerin hem ilk yaratılışın, hem de ikinci dirilişin menşei olduğunu ifade eder.
“Her şey helâk olucudur. Yalnız Allah’a bakan yüzü müstesnâ.” âyetinin beyân ettiği hakikate binâen acbü’z-zeneb ister çürüsün, isterse çürümesin netice değişmez. Çünkü, Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. O ilmin haricinde hiçbir şey yoktur ki, mutlak yokluk diye bir şey olsun. Haricî vücudunu kaybeden eşya, vücud-u ilmîye gider. İlmî vücudu bulunan varlıklar, adem-i hâricî olarak tanımlanır.
Hem acbü’z-zeneb, sadece incir çekirdeği gibi müstakil bir tohum olarak algılanmamalı. Belki, ikinci dirilişte bedeni teşkil edecek olan asıl zerrelerin tamamıdır. Bu mânâyı Bediüzzaman Hazretleri şöyle îzah eder:
“Birbiriyle ülfet peydâ eden ve her birisi yerini tanıyan ve bir derece yontulmuş taşlar gibi kesb-i letâfet eden bedenin zerrâtı, ölüm ile dağıldıktan sonra, haşirde Hâlıkın izniyle, İsrafil’in borusuyla o zerrât-ı asliye ve esâsiye içtimâa dâvet edildikleri zaman, pek kolay içtimâ ederler ve beden-i insâniyi yine eskisi gibi teşkil ederler. Maahâza, Kudret-i Ezeliyeye nispeten, en büyük en küçük gibidir, hiçbir şey o kudrete ağır gelmez."
"Arkadaş! Zâhire nazaran haşirde eczâ-i asliye ile eczâ-i zâide birlikte iâde edilir. Evet, cünüp iken tırnakların kesilmesi mekruh ve bedenden ayrılan her bir cüz’ün bir yere gömülmesinin sünnet olduğu ona işarettir. Fakat, tahkîke göre nebâtâtın tohumları gibi ‘acbü’z-zeneb’ tâbir edilen bir kısım zerreler, insanın tohumu hükmünde olup, haşirde o zerreler üzerine beden-i insânî neşv ü nema ile teşekkül eder.” (İ. İ’caz s. 59)
“Hem, bütün zerrelerin toplanmaları belki lâzım değil; nüveler ve tohumlar hükmünde olan ve hâdiste acbü’z-zeneb tâbir edilen eczâ-i esâsiye ve zerrât-ı asliye, ikinci neş’e (diriliş) için kâfi bir esastır, temeldir. Sâni-i Hakim, beden-i insânîyi onların üstünde bina eder.” (Sözler, s. 484)
“Hepinizin yaratılması, bir nefsin yaratılması gibidir.”
“Haşrin vukûu göz açıp kapamak gibidir, hattâ ondan daha yakındır.” ferman eden Cenâb-ı Hak, insan bedenini acbü’z-zeneb üzerine inşâ edecek ve ruh beden müşterekliğinde dâimî bir hayatı ihsan edecektir.
(1) Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K Tefsirû Sûre, 39/3, 78/1; Ayrıca Sahih-i Müslim- K. Fiten: 141-143; Sünen-İ Nesâi- K. Cenâiz, 117; Sünen-i İbn Mâce- K. Zühd, 32; İmam-ı Mâlik- El Muvatta- K. Cenâiz, 49
(2) İmam Ahmed b. Hanbel- El Müsned- İst: 1401 C: 3 Sh: 28
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/12673/oldukten-sonra-curumeyen-acbu-z-zeneb-kemigi-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.html
Acbü'z-zeneb ile ilgili hadisleri tahlil ettiğimiz zaman, haşr (ikinci yaratılış) ile insanın ana rahmindeki oluşumu arasındaki münasebeti tesbit edebiliriz. Günümüzde tıp ilminin vardığı sonuç şudur: "Sperm ana rahmine düştüğü zaman (ilk oluşum esnasında) ana rahmiyle, insan embriyosu arasında birleştirici bir sap bulunur. Başlangıçta cenin bu sap üzerinde büyür. İşte bu sap, insan embriyosunun kuyruk sokumuna tekabül eden bölgesidir." Hadis-i şeriflerde acbü'z-zeneb diye ifade edilen kemiğin, yeniden dirilişin çekirdeğini teşkil edeceğini düşünmek mümkündür. Resûl-i Ekrem (sav)'in "hardal tanesine benzettiği ve insan bedeninin çekirdeği" (2) olarak vasıflandırdığı acbü'z-zeneb, insanoğlunun kendine mahsus özelliklerini içinde toplamaktadır. Her insanın parmak izi birbirinden farklı olduğu gibi, acbü'z-zeneb kemiği de farklıdır. Buna genetik şifre isminin verilip verilmeyeceği meselesinde tevakkuf etmekte fayda vardır. Meselenin özü budur.
İnsanın en değer verdiği ve üstünde titrediği ve onu zâyi etmekten korktuğu en kıymettâr varlığı ruhudur ve onun misafir olarak içinde bulunduğu emânet olan bedeni ve âzâlarıdır.
Cenâb-ı Hak, canlı ve şuûrlu bir kanun özelliğinde yarattığı ruha ebediyet vasfı vermiştir. Ruh ölümsüzdür. Ceset istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklâliyet ve devâmına zarar vermez. Ölümle beden elbisesinden soyunan ruhlar, berzâh âleminin muhtelif tabakalarında hayâtiyetlerini devam ettirirler.
Kurutulmuş özlü çamurdan bedenine şekil verilen ve sonra ruh üflenilen ilk insan Hazret-i Âdem (as) annesiz ve babasız yaratılmıştır. Kur’ân’da misâli, Hazret-i Âdem’in (a.s.) yaratılışına benzetilen Hz. İsa (a.s.) ise, babasız olarak halk edilmiştir. Bunların dışında kalan insanlar, sebepler dâiresinde anne ve babanın izdivacından tevellüd eder. Dişi hücrenin spermle döllenmesi insan bedeninin ilk nüvesini teşkil eder. Hücrelerin çoğalarak önce kan pıhtısına, oradan bir çiğnem ete, oradan da et, kemik ve insan şekline dönüşmesi bir tertiple cereyan eder.
İnsanın ana rahminde bu yaratılış silsilesi muhtelif sûrelerde nazara verilir ve ikinci dirilişin de bunun gibi ve bundan daha kolay olduğu dile getirilir.
İkinci dirilişi tasvir eden hadis-i şeriflerde, kuyruk sokumundaki acbü’z-zeneb denilen bir çekirdek üzerinde, insan bedeni tekrar yaratılacağı haber verilir. Zâten acb, bir şeyin en sonu ve zeneb de kuyruk anlamındadır. Lügatlerde acbü’z-zeneb, kuyruk sokumu olarak tarif edilmektedir. Omurga kemiğinin en sonu kuyruk sokumudur. İşte, kuyruk sokumunda insanın tohumu hükmündeki hücreler üzerinde insan bedeni haşirde yeniden diriltilecektir.
“Sonra Allah gökten bir hayat suyu indirir ve bu sayede ölüler, bitkinin yerden bitişi gibi kabirlerinden çıkarlar. İnsan bedeni bütünüyle çürüyüp yok olur, ancak acbü’z-zeneb müstesnâ, insanlar bundan yaratılır.”
“Toprak, insanoğlunun acb dışındaki bütün cesedini yiyip tüketir. İnsan acbden yaratılmıştır, tekrar ondan meydana getirilecektir.”
Bu ve emsâli hadisler, insan bedenini teşkil eden asıl zerrelerin hem ilk yaratılışın, hem de ikinci dirilişin menşei olduğunu ifade eder.
“Her şey helâk olucudur. Yalnız Allah’a bakan yüzü müstesnâ.” âyetinin beyân ettiği hakikate binâen acbü’z-zeneb ister çürüsün, isterse çürümesin netice değişmez. Çünkü, Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. O ilmin haricinde hiçbir şey yoktur ki, mutlak yokluk diye bir şey olsun. Haricî vücudunu kaybeden eşya, vücud-u ilmîye gider. İlmî vücudu bulunan varlıklar, adem-i hâricî olarak tanımlanır.
Hem acbü’z-zeneb, sadece incir çekirdeği gibi müstakil bir tohum olarak algılanmamalı. Belki, ikinci dirilişte bedeni teşkil edecek olan asıl zerrelerin tamamıdır. Bu mânâyı Bediüzzaman Hazretleri şöyle îzah eder:
“Birbiriyle ülfet peydâ eden ve her birisi yerini tanıyan ve bir derece yontulmuş taşlar gibi kesb-i letâfet eden bedenin zerrâtı, ölüm ile dağıldıktan sonra, haşirde Hâlıkın izniyle, İsrafil’in borusuyla o zerrât-ı asliye ve esâsiye içtimâa dâvet edildikleri zaman, pek kolay içtimâ ederler ve beden-i insâniyi yine eskisi gibi teşkil ederler. Maahâza, Kudret-i Ezeliyeye nispeten, en büyük en küçük gibidir, hiçbir şey o kudrete ağır gelmez."
"Arkadaş! Zâhire nazaran haşirde eczâ-i asliye ile eczâ-i zâide birlikte iâde edilir. Evet, cünüp iken tırnakların kesilmesi mekruh ve bedenden ayrılan her bir cüz’ün bir yere gömülmesinin sünnet olduğu ona işarettir. Fakat, tahkîke göre nebâtâtın tohumları gibi ‘acbü’z-zeneb’ tâbir edilen bir kısım zerreler, insanın tohumu hükmünde olup, haşirde o zerreler üzerine beden-i insânî neşv ü nema ile teşekkül eder.” (İ. İ’caz s. 59)
“Hem, bütün zerrelerin toplanmaları belki lâzım değil; nüveler ve tohumlar hükmünde olan ve hâdiste acbü’z-zeneb tâbir edilen eczâ-i esâsiye ve zerrât-ı asliye, ikinci neş’e (diriliş) için kâfi bir esastır, temeldir. Sâni-i Hakim, beden-i insânîyi onların üstünde bina eder.” (Sözler, s. 484)
“Hepinizin yaratılması, bir nefsin yaratılması gibidir.”
“Haşrin vukûu göz açıp kapamak gibidir, hattâ ondan daha yakındır.” ferman eden Cenâb-ı Hak, insan bedenini acbü’z-zeneb üzerine inşâ edecek ve ruh beden müşterekliğinde dâimî bir hayatı ihsan edecektir.
(1) Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K Tefsirû Sûre, 39/3, 78/1; Ayrıca Sahih-i Müslim- K. Fiten: 141-143; Sünen-İ Nesâi- K. Cenâiz, 117; Sünen-i İbn Mâce- K. Zühd, 32; İmam-ı Mâlik- El Muvatta- K. Cenâiz, 49
(2) İmam Ahmed b. Hanbel- El Müsned- İst: 1401 C: 3 Sh: 28
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/12673/oldukten-sonra-curumeyen-acbu-z-zeneb-kemigi-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.html
PARMAK İZİ
PARMAK İZİ
Yeryüzünde yaşanan milyarlarca insanın bir birinden farklı özellikleri vardır. Bu özellikler içinde en belirgin olan ise parmak izleridir. Herkes farklı parmak izine sahiptir. Parmak izleri anne karnındayken şekillenir ve ölene ...kadar da kalıcı bir yara alınmazsa aynı kalır.
Aynı,yumurta ikizlerinde bile parmak izleri birbirinden farklıdır. İnsanların parmak izlerindeki bu fark ancak 19. yüzyılda dikkat çekmiştir. Genn Ginsen isimli bir İngiliz 1856 yılında ilk defa parmak izinin bu özelliğini fark etmiştir. Tarih boyunca yaşamış tüm insanların parmak izlerinin farklı olduğunun anlaşılması, bunun adeta bir kimlik kartı gibi olduğunun farkına varılmasına neden oldu. Özellikle polis teşkilatları tarafında suçluların tespitinde çok büyük imkan sağladı.
Parmak izinin bu özelliğinin ortaya çıkmasından yüzlerce yıl önce, Allah insanın bu özelliğine dikkat çekmiştir. Kıyamet suresindeki ayette şöyle bildirilmektedir:
Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.
(Kıyamet Suresi,4.Ayet)
Aynı,yumurta ikizlerinde bile parmak izleri birbirinden farklıdır. İnsanların parmak izlerindeki bu fark ancak 19. yüzyılda dikkat çekmiştir. Genn Ginsen isimli bir İngiliz 1856 yılında ilk defa parmak izinin bu özelliğini fark etmiştir. Tarih boyunca yaşamış tüm insanların parmak izlerinin farklı olduğunun anlaşılması, bunun adeta bir kimlik kartı gibi olduğunun farkına varılmasına neden oldu. Özellikle polis teşkilatları tarafında suçluların tespitinde çok büyük imkan sağladı.
Parmak izinin bu özelliğinin ortaya çıkmasından yüzlerce yıl önce, Allah insanın bu özelliğine dikkat çekmiştir. Kıyamet suresindeki ayette şöyle bildirilmektedir:
Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.
(Kıyamet Suresi,4.Ayet)
9 Temmuz 2013 Salı
KURAN'DA DAĞLAR
KURAN'DA DAĞLAR
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler…
(Neml Suresi, 88)
Bu ayetten de anlayacağımız gibi dağların hareketsiz olmadığı anlatılmıştır. İlk olarak Alfred Wegener isimli Alman bir bilim a...damı dünyanın kuruluşunda kıtaların bir arada olduğunu ve daha sonra ayrılarak hala hareket halinde olduklarını söylemiştir. 1980 yılına kadar bu teoriye ütopik bakılmıştır. yapılan araştırmalarda kıtaların ve dağların dünyanın yüzeyinde sürüklendiği anlaşılmıştır. Kıtaların kayması ve sürüklenmesi o tarihte bilinecek bir bilgi değildir.
Bu ayetten de anlayacağımız gibi dağların hareketsiz olmadığı anlatılmıştır. İlk olarak Alfred Wegener isimli Alman bir bilim a...damı dünyanın kuruluşunda kıtaların bir arada olduğunu ve daha sonra ayrılarak hala hareket halinde olduklarını söylemiştir. 1980 yılına kadar bu teoriye ütopik bakılmıştır. yapılan araştırmalarda kıtaların ve dağların dünyanın yüzeyinde sürüklendiği anlaşılmıştır. Kıtaların kayması ve sürüklenmesi o tarihte bilinecek bir bilgi değildir.
KURAN'DA DİŞİ SİVRİSİNEK
KURAN'DA DİŞİ SİVRİSİNEK.
"Şüphesiz ki Allah, (Dişi) sivrisineği hatta onun da ötesinde (küçük bir varlığı) misal getirmekten çekinmez…..” (Bakara 26)
“Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız bunun için bir aray...a gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu da geri alamazlar. İsteyen de aciz, istenen de! ” (Hac 73)
Sivrisineklerin sadece dişileri insanları sokar ve kan emer. O dönemde bu bilgi daha henüz bilinmiyordu. sıtma hastalığını da taşıyan bu dişi sivrisinekler ile ilgili bilgi Kuran‘da geçmektedir.
Kuran‘da, bir gün kelimesi tam olarak 365 kez geçmektedir.
Kuran‘da, bir gün kelimesi tam olarak 365 kez geçmektedir.
Kuran‘da, bir gün kelimesi tam olarak 365 kez geçmektedir. Dünya ve güneş arasında ki döngüyü bu şekilde tam olarak anlatmaktadır. Dünyanın güneş etrafında ki dönüşü 365 gün sürmektedir. Üstelik bu anlaşılmadan önce Kuran bu bilgiyi vermiştir.
EMBRİYONUN ETRAFINDAKİ 3 ZAR
EMBRİYONUN ETRAFINDAKİ 3 ZAR.
Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır.
(Zümer Suresi, 6.Ayet)
Üç karanlık içinde diye anlatılan kısım embriyonun yaşadığı batın duvarı, rahim duvarı ve amniyon zarı olarak bilinmektedir. Embriyo bu üç karanlık bölgede gelişimini sürdürür.
Yedi Gök Halinde Yaratılma
Yedi Gök Halinde Yaratılma.
Kur’an tarafından evren hakkında verilen bilgilerden en önemlilerinden biri evrenin yedi kat gök halinde yaratılmış olmasıdır. Kur’an’ın 8 ayrı suresinde toplam 9 kez yer alan «Yedi gök» tanımı, evrenin yapısı h...akkındaki en önemli bilgilerden biridir.
Burada öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bazı araştırmacılar yedi, yetmiş ve yedi yüz gibi tabirlerin Arapça’da çokluğu ifade ettiği için, «yedi gök katı» tanımı ile bu katların çokluğuna da işaret edilmiş olabileceğini öne sürmüşlerdir. Ancak Kur’an’ın konu ile ilgili ayetleri incelendiğinde sayının gerçek olduğunu düşünmek akla daha yakın gelmektedir.
Konu hakkındaki bir diğer görüş ise burada bahsedilen yedi gök katmanın Dünya’yı çevreleyen yedi gök katı olduğu yönündedir. Gerçekten de hem göklerin hem de üzerinde yaşadığımız Dünya’nın yedi ayrı katmandan oluştuğu bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bu katmanlar sırası ile aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Dıştan İçe Doğru Dünya’nın Katmanları
1 – Sial
2 – Sima
3 – Üst Manto
4 – Geçiş Zonu
5 – Alt Manto
– Dış Çekirdek
7 – İç Çekirdek
Atmosferin Katmanları
1 – Troposfer
2 – Stratosfer
3 – Kemosfer
4 – Mezosfer
5 – İyonosfer
6 – Ekzosfer
7 – Mağnotosfer
Bu bilgileri paylaştıktan sonra biz bu eserimizde Kur’an’ın yedi kat gök kavramı ile yedi farklı gök katını kastettiğini varsayarak ilerleyeceğiz.
Bakara Suresinin 29. ayetinde : “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi hakkıyla bilendir.” denilmektedir. Bu ayetin can alıcı noktası, göğün yani evrenin, yedi gök olarak yaratılmasının açıklanmasından çok bunların insan için yaratılmadığının belirtilmesidir.
Çünkü öncelikle Dünya’ da varolan şeylerin tümünün insan için yaratıldığı belirtilmiş, bu işlem bittikten sonra yedi göğün yaratıldığından bahsedilmiştir. Bu durumda diğer gök katlarının, bazılarının iddialarına göre, «yalnızca insana ibret olması için» yaratılmadığı sonucuna da ulaşırız. Ayrıca ayetin beyanından yola çıkarak, Dünya’nın bu yedi gökten ilkinde yer aldığını da anlarız. Çünkü ayet yedi göğün, Dünya’nın yaradılışının ardından yaratıldığını belirtmektedir. Ayrıca birazdan inceleyeceğimiz üzere, Kur’an’ın bu konudaki diğer ayetleri de Dünya’nın ilk gök katında yer aldığı fikrini doğrular niteliktedir.
Burada en önemli sorun, «yedi gök» tanımından ne anlaşılması gerektiğidir. Bu tanım, fiziksel anlamda sınırları çizilebilen katlar olarak anlaşılabileceği gibi, yedi farklı boyut olarak da anlaşılabilir. İşin aslını ancak Allah bilir, fakat şahsi görüşüm, bu tanımın fiziksel sınırları çizilebilen bölümleri kastettiği yönündedir. Bu görüşüme en önemli delil olarak Ne’be’ Suresinin 12. ayetinde yer alan “Üstünüzde yedi kat sağlam göğü bina ettik.” açıklaması gösterilebilir.
Bu açıdan bakıldığında, akla gelecek ilk soru, sınırların nasıl çizilmiş olduğudur. Fakat ne yazık ki Kur’an, hangi göğün nerede başlayıp nerede bittiğini açık seçik açıklamamıştır. Bu durumda elimizde yalnızca ilk gök katı olarak, Dünya’nın da içinde bulunduğu Güneş Sistemini kabul edebilmemize olanak sağlayan bilgiler bulunmaktadır.
Sınırları Güneş sistemine kadar çizmemizi sağlayan bilgi, Mülk Suresinin 5. ayetinde yer almaktadır: “Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.” Kur’an bu vesileyle, birinci kat göğün Dünya’nın dışında kalan kısmının ne amaçla yaratıldığını da açıklamaktadır. Bunun dışında daha birçok ayette de yakın gökte yer alan yıldızların (gezegenlerin) ışık saçan kandiller olarak Dünya göğünü süsledikleri belirtilmektedir.
Kur’an tarafından evren hakkında verilen bilgilerden en önemlilerinden biri evrenin yedi kat gök halinde yaratılmış olmasıdır. Kur’an’ın 8 ayrı suresinde toplam 9 kez yer alan «Yedi gök» tanımı, evrenin yapısı h...akkındaki en önemli bilgilerden biridir.
Burada öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bazı araştırmacılar yedi, yetmiş ve yedi yüz gibi tabirlerin Arapça’da çokluğu ifade ettiği için, «yedi gök katı» tanımı ile bu katların çokluğuna da işaret edilmiş olabileceğini öne sürmüşlerdir. Ancak Kur’an’ın konu ile ilgili ayetleri incelendiğinde sayının gerçek olduğunu düşünmek akla daha yakın gelmektedir.
Konu hakkındaki bir diğer görüş ise burada bahsedilen yedi gök katmanın Dünya’yı çevreleyen yedi gök katı olduğu yönündedir. Gerçekten de hem göklerin hem de üzerinde yaşadığımız Dünya’nın yedi ayrı katmandan oluştuğu bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bu katmanlar sırası ile aşağıdaki tabloda verilmiştir.
Dıştan İçe Doğru Dünya’nın Katmanları
1 – Sial
2 – Sima
3 – Üst Manto
4 – Geçiş Zonu
5 – Alt Manto
– Dış Çekirdek
7 – İç Çekirdek
Atmosferin Katmanları
1 – Troposfer
2 – Stratosfer
3 – Kemosfer
4 – Mezosfer
5 – İyonosfer
6 – Ekzosfer
7 – Mağnotosfer
Bu bilgileri paylaştıktan sonra biz bu eserimizde Kur’an’ın yedi kat gök kavramı ile yedi farklı gök katını kastettiğini varsayarak ilerleyeceğiz.
Bakara Suresinin 29. ayetinde : “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi hakkıyla bilendir.” denilmektedir. Bu ayetin can alıcı noktası, göğün yani evrenin, yedi gök olarak yaratılmasının açıklanmasından çok bunların insan için yaratılmadığının belirtilmesidir.
Çünkü öncelikle Dünya’ da varolan şeylerin tümünün insan için yaratıldığı belirtilmiş, bu işlem bittikten sonra yedi göğün yaratıldığından bahsedilmiştir. Bu durumda diğer gök katlarının, bazılarının iddialarına göre, «yalnızca insana ibret olması için» yaratılmadığı sonucuna da ulaşırız. Ayrıca ayetin beyanından yola çıkarak, Dünya’nın bu yedi gökten ilkinde yer aldığını da anlarız. Çünkü ayet yedi göğün, Dünya’nın yaradılışının ardından yaratıldığını belirtmektedir. Ayrıca birazdan inceleyeceğimiz üzere, Kur’an’ın bu konudaki diğer ayetleri de Dünya’nın ilk gök katında yer aldığı fikrini doğrular niteliktedir.
Burada en önemli sorun, «yedi gök» tanımından ne anlaşılması gerektiğidir. Bu tanım, fiziksel anlamda sınırları çizilebilen katlar olarak anlaşılabileceği gibi, yedi farklı boyut olarak da anlaşılabilir. İşin aslını ancak Allah bilir, fakat şahsi görüşüm, bu tanımın fiziksel sınırları çizilebilen bölümleri kastettiği yönündedir. Bu görüşüme en önemli delil olarak Ne’be’ Suresinin 12. ayetinde yer alan “Üstünüzde yedi kat sağlam göğü bina ettik.” açıklaması gösterilebilir.
Bu açıdan bakıldığında, akla gelecek ilk soru, sınırların nasıl çizilmiş olduğudur. Fakat ne yazık ki Kur’an, hangi göğün nerede başlayıp nerede bittiğini açık seçik açıklamamıştır. Bu durumda elimizde yalnızca ilk gök katı olarak, Dünya’nın da içinde bulunduğu Güneş Sistemini kabul edebilmemize olanak sağlayan bilgiler bulunmaktadır.
Sınırları Güneş sistemine kadar çizmemizi sağlayan bilgi, Mülk Suresinin 5. ayetinde yer almaktadır: “Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.” Kur’an bu vesileyle, birinci kat göğün Dünya’nın dışında kalan kısmının ne amaçla yaratıldığını da açıklamaktadır. Bunun dışında daha birçok ayette de yakın gökte yer alan yıldızların (gezegenlerin) ışık saçan kandiller olarak Dünya göğünü süsledikleri belirtilmektedir.
Allah evreni 7 kat olarak yarattı.
Allah evreni 7 kat olarak yarattı.
Allah evreni 7 kat olarak yarattı.
Yakın göğü (dünya seması-teleskoplarla incelenebilen kısım)de yıldız, gezegen, gök cisimleriyle donattı. Şimdi biz sadece yakın göğe bakalım:
Güneş Sistemi'ninde içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisin...in çapı 120.000 IŞIK YILIDIR. Evrende, aralarında devasa boşluklar bulunmak üzere 400 Milyar Galaksi olduğu tahmin ediliyor. Dünya ve çoğu güneşten büyük 400 milyar yıldızı barındıran Samanyolu Galaksimize en yakın Galaksi, (Andromeda) tam 2.2 Milyon Işık Yılı uzağımızdadır! Elde edilen verilere göre de, 1 Milyon yıldıza ev sahipliği yapıyor! Uzay boşluğunda bu dev Galaksiler birer meşe kadar küçüktür...
Şili Katolik Ünv. Gökbilimcilerin yaptığı açıklamaya göre, 12.5 MİLYAR YIL önce oluşurken, yaydığı ışık sayesinde saptanan ve sadece gözlenebilen en uzak Galaksi, 240 MİLYAR IŞIK YILI UZAĞIMIZDA! Mesafeye bir bakar mısınız!?... Eğer Dünyadan bu Galaksiye gitmeye kalkarsak, IŞIK HIZIYLA GİDEN BİR ARAÇLA, 80 Bin yıl içinde Galaksimizin sınırlarından çıkar, 12.5 Milyar yıl daha yol aldıktan sonra ancak bu Galaksiye varabiliriz .. Evren çok büyük...
Güneş Sistemi'ninde içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisin...in çapı 120.000 IŞIK YILIDIR. Evrende, aralarında devasa boşluklar bulunmak üzere 400 Milyar Galaksi olduğu tahmin ediliyor. Dünya ve çoğu güneşten büyük 400 milyar yıldızı barındıran Samanyolu Galaksimize en yakın Galaksi, (Andromeda) tam 2.2 Milyon Işık Yılı uzağımızdadır! Elde edilen verilere göre de, 1 Milyon yıldıza ev sahipliği yapıyor! Uzay boşluğunda bu dev Galaksiler birer meşe kadar küçüktür...
Şili Katolik Ünv. Gökbilimcilerin yaptığı açıklamaya göre, 12.5 MİLYAR YIL önce oluşurken, yaydığı ışık sayesinde saptanan ve sadece gözlenebilen en uzak Galaksi, 240 MİLYAR IŞIK YILI UZAĞIMIZDA! Mesafeye bir bakar mısınız!?... Eğer Dünyadan bu Galaksiye gitmeye kalkarsak, IŞIK HIZIYLA GİDEN BİR ARAÇLA, 80 Bin yıl içinde Galaksimizin sınırlarından çıkar, 12.5 Milyar yıl daha yol aldıktan sonra ancak bu Galaksiye varabiliriz .. Evren çok büyük...
SECDEYE VARAN FİRAVUN
SECDEYE VARAN FİRAVUN
Bu resim İsrailoğulları'nın başlarındaki zalim Mısır Firavun'u II. Ramses'in cesedinin resmidir.Resim, İngiltere - Londra British müzesinde bulunmaktadır.Süveyş kanalı açılırken denizin kenarında küçük bir tepecikte... bulunmuş ve Londra'ya getirilmiştir.ALLAH (c.c) Resulu Hz. Musa'nın zamanında ilahlık iddasında bulunan Firavun'un ölümünden 3 bin sene geçmesine rağmen ALLAH (c.c), cesedini ibret olması için çürütmemiştir. Saçlarının bir kısmı halen yerindedir. Başının bazı azalarının etleri de halen yerlerindedir.Alın kısmında et kalmamıştır.Elleri ve ayakları secde eder vaziyettedir.
ALLAH (c.c)'a karşı gelenleri, ALLAH (c.c), ibret olması için cezalandırmaktadır.
Allah (C.C) Birdir. Muhammed (S.A.V.S) Onun Elçisi Ve Resülüdür.
( Amenna )
Bismillahirrahmanirrahim
"(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten ayetlerimizden gafildirler. "
{Yûnus Suresi 92. Âyet}
Bu resim İsrailoğulları'nın başlarındaki zalim Mısır Firavun'u II. Ramses'in cesedinin resmidir.Resim, İngiltere - Londra British müzesinde bulunmaktadır.Süveyş kanalı açılırken denizin kenarında küçük bir tepecikte... bulunmuş ve Londra'ya getirilmiştir.ALLAH (c.c) Resulu Hz. Musa'nın zamanında ilahlık iddasında bulunan Firavun'un ölümünden 3 bin sene geçmesine rağmen ALLAH (c.c), cesedini ibret olması için çürütmemiştir. Saçlarının bir kısmı halen yerindedir. Başının bazı azalarının etleri de halen yerlerindedir.Alın kısmında et kalmamıştır.Elleri ve ayakları secde eder vaziyettedir.
ALLAH (c.c)'a karşı gelenleri, ALLAH (c.c), ibret olması için cezalandırmaktadır.
Allah (C.C) Birdir. Muhammed (S.A.V.S) Onun Elçisi Ve Resülüdür.
( Amenna )
Bismillahirrahmanirrahim
"(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten ayetlerimizden gafildirler. "
{Yûnus Suresi 92. Âyet}
AY'IN İKİYE BÖLÜNMESİ
AY'IN İKİYE BÖLÜNMESİ
Peygamber Efendimizin [sav] Şakk-ı Kamer Mü'cizesini Bilmeyen Varmıdır Acaba.
İşte Bu Şakk-ı Kamer Yani Allah'ın İzniyle Peygamber Efenidimizin[sav] Ayı Yarma Mü'cizesidir. Ve de Nasa'nın Order Uydusundan Alınmıştır....
Peygamber'in bu büyük hissî mucizesi de Kur'ân'la sabittir:
'Kıyamet saat(i) yaklaştı, ay (ikiye) bölündü (yarıldı)."
(Kamer Suresi,1.Ayet)
'Onlar bir delil görünce hala yüz çevirirler ve: 'Süregelen bir sihir' derler.
(Kamer Suresi,2.Ayet)
Abdullah İbni Mesud (ra) rivayet ediyor: Rasûlullah zamanında ay iki parçaya ayrıldı.
Bazı sahih hadislerde nakledildiğine göre; müşriklerden bir grup, bir mucize olarak, ayın iki kısma ayrılmasını, Hz. Muhammed (sav)'den istediler. Hz. Muhammed (sav) de, Rabbine yönelerek niyazda bulundu. Ay, Allah'ın kudret ve izniyle derhal ikiye ayrıldı; bir kısmı Hira dağı üzerinde, diğer kısmı ise, aşağıda ve tam karşısında görüldü.
İmam İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim adlı meşhur tefsir kitabında konu hakkındaki rivayetleri tek ravileri ile tek tek verirken şu ifadeyi kullanmıştır.
“Allah Teala: “Ve Ay yarıldı” buyurur ki, sahih isnatlarla ve mütevatir hadislerle sabit olduğu üzere bu, Resulü Ekrem (sav) zamanında vuku bulmuştur.
Öncelikle İmam Buhari’nin sahihindeki rivayetlere bakalım.
Müşriklerin Peygamberden bir ayet (Mucize) istemeleri ve O’nun da kendilerine ayın ikiye bölünmesini göstermesi babı (Sahih-i Buhari, Kitabu’l-Menakıb, 137-138-139)
Sadaka bin Fadl – İbni Uyeyne – İbni Ebi Naciyh – Mücahid – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
Resülullah (sav) zamanında ay iki yarıya bölündüğünde Rasülullah (sav) “Şahit olunuz” buyurdu, demiştir.
Abdillah bin Muhammed – Yunus bin Muhammed – Şeyban – Katade
Ravi: Enes Bin Malik (ra)
Mekke ehli Resülullah (sav)’tan, bir ayet (yani bir mucize) getirmesini istediler, O da kendilerine ayın ikiye bölünmesini gösterdi., diye tahdis etmiştir.
Halef bin Halid Kureşy- Bekr bin Mudar – Ca’fer bin Rebia’ – İ’rak bin Malik – Ubeydillah bin Abdillah bin Utbe bin Mes’ud
Ravi: Abdullah ibni Abbas
Peygamber zamanında ay ikiye bölündü.
Ayın ikiye bölünmesi babı (Sahih-i Buhari, Kitabu Menakıbi’l-Ensar, 88-89-90-91)
Abdillah bin Abdilvahhab – Bişr bin Mufaddal – Said bin Ebu Arube – Katade
Ravi: Enes Bin Malik (ra)
Mekke ahalisi Resülullah (sav)’tan kendilerine bir ayet göstermesini istediler. O da onlara Ay’ı ikiye bölük gösterdi, hatta Mekkeliler Hira Dağı’nı o iki bölük arasında gördüler.
A’bdan – Ebi Hazma – el A’meş - İbrahim – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
Biz Mina’da Peygamber (sav)’in beraberinde iken Ay ikiye bölündü de Peygamber (sav) “Şahid olunuz” buyurdu. Ve Ay’dan bir parça Hira Dağı tarafına gitti.
Osman bin Salih - Bekr bin Mudar – Ca’fer bin Rebia’ – İ’rak bin Malik – Ubeydillah bin Abdillah bin Utbe bin Mes’ud
Ravi: Abdullah ibni Abbas
Peygamber zamanında ay ikiye bölündü.
Ömer bin Hafs – Babası – el A’meş – İbrahim – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
“Ay Mekke’de ikiye bölündü.”
“Saat yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar bir mucize görür iseler yüz çevirirler babı (Sahih-i Buhari, Kitabu’t-Tefsir, 385-386-387-388-389)
Müsedded – Yahya – Şuğbe ve Süfyan – el A’meş – İbrahim – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
Rasulullah (sav) zamanında Ay iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde idi. Bunun üzerine Resulü Ekrem (sav) “Şahid olun” buyurdu.
Aliyyü bin Abdillah – Süfyan – İbni Ebi Neciyh – Mücahid – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
Biz Mina’da Peygamber (sav)’in beraberinde iken Ay ikiye bölündü de Peygamber (sav) “Şahid olun, şahid olun” buyurdu.
Yahya bin Bukeyr – Bekr – Ca’fer – İ’rak bin Malik – Ubeydillah bin Abdillah bin Utbe bin Mes’ud
Ravi: Abdullah ibni Abbas
Peygamber zamanında ay ikiye bölündü.
Abdillah bin Muhammed – Yunus bin Muhammed – Şeyban – Katade
Ravi: Enes bin Malik
Mekke ahalisi Peygamberden kendilerine bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara Ay’ın ayrılmasını gösterdi, demiştir.
Müsedded – Yahya – Şuğbe – Katade
Ravi: Enes bin Malik
Ay iki parçaya ayrıldı, demiştir.
Benzer hadisler İmam Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Ravi zincirlerinde farklı ve aynı raviler olmak üzere, benzer lafızlarla rivayet edilmiştir. (Bizzat inceledim)
Sahihi Müslim, Kitabu Sıfati’l kıyame ve’l-Cenne ve’n-Nar, Ayın Yarılması Babı,
43 (2800) - 44 – 45 – (2081) – 46 (2082) – 47 – 48 (2083)
Mahmud bin Guylan – Ebu Davud – Şu’be – el A’meş – An Mücahid
Ravi: Abdullah ibni Ömer
“Ay Rasullullah (sav)’ın zamanında ikiye bölündü ve Rasullullah (sav) “Şahid olunuz” buyurdu.
Bu babda İbni Mes’ud, Enes ve Cübeyr bin Mut’im (r.anhüm)’den hadis rivayet edilmiştir.
Bu hadis hasen sahihtir. (Sünen-i Tirmizi-Bab 18: Ayın ikiye bölünmesi, 18 (2273))
Bu hadisleri ayrıca Ebu Davud ve Ahmed bin Hanbel de kitaplarına almışlardır. Şimdilik bu kadarı ile yetiniyorum.
Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur. Hadisler her ne kadar Haberi Ahad (sahih olduğu halde her dönemde birer kişiden nakledilmiş, mütevatir olmayan) olsalar da Meşhur derecesine ulaşmışlardır. Yukarıda da naklettiğim gibi Hafız İbni Kesir "Mütevatir" demiştir.Devamını Gör
İşte Bu Şakk-ı Kamer Yani Allah'ın İzniyle Peygamber Efenidimizin[sav] Ayı Yarma Mü'cizesidir. Ve de Nasa'nın Order Uydusundan Alınmıştır....
Peygamber'in bu büyük hissî mucizesi de Kur'ân'la sabittir:
'Kıyamet saat(i) yaklaştı, ay (ikiye) bölündü (yarıldı)."
(Kamer Suresi,1.Ayet)
'Onlar bir delil görünce hala yüz çevirirler ve: 'Süregelen bir sihir' derler.
(Kamer Suresi,2.Ayet)
Abdullah İbni Mesud (ra) rivayet ediyor: Rasûlullah zamanında ay iki parçaya ayrıldı.
Bazı sahih hadislerde nakledildiğine göre; müşriklerden bir grup, bir mucize olarak, ayın iki kısma ayrılmasını, Hz. Muhammed (sav)'den istediler. Hz. Muhammed (sav) de, Rabbine yönelerek niyazda bulundu. Ay, Allah'ın kudret ve izniyle derhal ikiye ayrıldı; bir kısmı Hira dağı üzerinde, diğer kısmı ise, aşağıda ve tam karşısında görüldü.
İmam İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim adlı meşhur tefsir kitabında konu hakkındaki rivayetleri tek ravileri ile tek tek verirken şu ifadeyi kullanmıştır.
“Allah Teala: “Ve Ay yarıldı” buyurur ki, sahih isnatlarla ve mütevatir hadislerle sabit olduğu üzere bu, Resulü Ekrem (sav) zamanında vuku bulmuştur.
Öncelikle İmam Buhari’nin sahihindeki rivayetlere bakalım.
Müşriklerin Peygamberden bir ayet (Mucize) istemeleri ve O’nun da kendilerine ayın ikiye bölünmesini göstermesi babı (Sahih-i Buhari, Kitabu’l-Menakıb, 137-138-139)
Sadaka bin Fadl – İbni Uyeyne – İbni Ebi Naciyh – Mücahid – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
Resülullah (sav) zamanında ay iki yarıya bölündüğünde Rasülullah (sav) “Şahit olunuz” buyurdu, demiştir.
Abdillah bin Muhammed – Yunus bin Muhammed – Şeyban – Katade
Ravi: Enes Bin Malik (ra)
Mekke ehli Resülullah (sav)’tan, bir ayet (yani bir mucize) getirmesini istediler, O da kendilerine ayın ikiye bölünmesini gösterdi., diye tahdis etmiştir.
Halef bin Halid Kureşy- Bekr bin Mudar – Ca’fer bin Rebia’ – İ’rak bin Malik – Ubeydillah bin Abdillah bin Utbe bin Mes’ud
Ravi: Abdullah ibni Abbas
Peygamber zamanında ay ikiye bölündü.
Ayın ikiye bölünmesi babı (Sahih-i Buhari, Kitabu Menakıbi’l-Ensar, 88-89-90-91)
Abdillah bin Abdilvahhab – Bişr bin Mufaddal – Said bin Ebu Arube – Katade
Ravi: Enes Bin Malik (ra)
Mekke ahalisi Resülullah (sav)’tan kendilerine bir ayet göstermesini istediler. O da onlara Ay’ı ikiye bölük gösterdi, hatta Mekkeliler Hira Dağı’nı o iki bölük arasında gördüler.
A’bdan – Ebi Hazma – el A’meş - İbrahim – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
Biz Mina’da Peygamber (sav)’in beraberinde iken Ay ikiye bölündü de Peygamber (sav) “Şahid olunuz” buyurdu. Ve Ay’dan bir parça Hira Dağı tarafına gitti.
Osman bin Salih - Bekr bin Mudar – Ca’fer bin Rebia’ – İ’rak bin Malik – Ubeydillah bin Abdillah bin Utbe bin Mes’ud
Ravi: Abdullah ibni Abbas
Peygamber zamanında ay ikiye bölündü.
Ömer bin Hafs – Babası – el A’meş – İbrahim – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
“Ay Mekke’de ikiye bölündü.”
“Saat yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar bir mucize görür iseler yüz çevirirler babı (Sahih-i Buhari, Kitabu’t-Tefsir, 385-386-387-388-389)
Müsedded – Yahya – Şuğbe ve Süfyan – el A’meş – İbrahim – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
Rasulullah (sav) zamanında Ay iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde idi. Bunun üzerine Resulü Ekrem (sav) “Şahid olun” buyurdu.
Aliyyü bin Abdillah – Süfyan – İbni Ebi Neciyh – Mücahid – Ebi Ma’mer
Ravi: Abdullah İbni Mesud (ra)
Biz Mina’da Peygamber (sav)’in beraberinde iken Ay ikiye bölündü de Peygamber (sav) “Şahid olun, şahid olun” buyurdu.
Yahya bin Bukeyr – Bekr – Ca’fer – İ’rak bin Malik – Ubeydillah bin Abdillah bin Utbe bin Mes’ud
Ravi: Abdullah ibni Abbas
Peygamber zamanında ay ikiye bölündü.
Abdillah bin Muhammed – Yunus bin Muhammed – Şeyban – Katade
Ravi: Enes bin Malik
Mekke ahalisi Peygamberden kendilerine bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara Ay’ın ayrılmasını gösterdi, demiştir.
Müsedded – Yahya – Şuğbe – Katade
Ravi: Enes bin Malik
Ay iki parçaya ayrıldı, demiştir.
Benzer hadisler İmam Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Ravi zincirlerinde farklı ve aynı raviler olmak üzere, benzer lafızlarla rivayet edilmiştir. (Bizzat inceledim)
Sahihi Müslim, Kitabu Sıfati’l kıyame ve’l-Cenne ve’n-Nar, Ayın Yarılması Babı,
43 (2800) - 44 – 45 – (2081) – 46 (2082) – 47 – 48 (2083)
Mahmud bin Guylan – Ebu Davud – Şu’be – el A’meş – An Mücahid
Ravi: Abdullah ibni Ömer
“Ay Rasullullah (sav)’ın zamanında ikiye bölündü ve Rasullullah (sav) “Şahid olunuz” buyurdu.
Bu babda İbni Mes’ud, Enes ve Cübeyr bin Mut’im (r.anhüm)’den hadis rivayet edilmiştir.
Bu hadis hasen sahihtir. (Sünen-i Tirmizi-Bab 18: Ayın ikiye bölünmesi, 18 (2273))
Bu hadisleri ayrıca Ebu Davud ve Ahmed bin Hanbel de kitaplarına almışlardır. Şimdilik bu kadarı ile yetiniyorum.
Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur. Hadisler her ne kadar Haberi Ahad (sahih olduğu halde her dönemde birer kişiden nakledilmiş, mütevatir olmayan) olsalar da Meşhur derecesine ulaşmışlardır. Yukarıda da naklettiğim gibi Hafız İbni Kesir "Mütevatir" demiştir.Devamını Gör
"Cebeli Tarık" boğazı;Tatlı ve Tuzlu suyun birbirinden ayrıldığı yer!.
"Cebeli Tarık" boğazı;Tatlı ve Tuzlu suyun birbirinden ayrıldığı yer!.
RAHMAN SURESİ 19.AYET:
'' (Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.''
RAHMAN SURESİ 20.AYET:
... ''(Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.''
FURKAN SURESİ 53. AYET :
Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da karışmalarına engel olan bir sınır koyan, ALLAH’tır.'
Biri tatlı, susuzluğu giderici, öbürü tuzlu ve acı iki denizi salıveren, birbirine karışmadan akıtan fakat, aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur.
مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ
“İki deniz kavuşmaları için salıverilmiştir. Aralarında bir engel vardır, kavuşmuyorlar.”
Cebel-i Tarık boğazının güney yakasında (İspanya) deniz dibinden akıl almaz şekilde tatlı su fışkırmaktadır. Her iki kıyının dibinden birbirlerine doğru 45 derecelik açılar halinde fışkıran bu dev su kanalları tarağın dişleri gibi karşılıklı bir baraj yapmaktadır. Bu nedenle Akdeniz, Atlas Okyanusuna, nede okyanus Akdenize karışmamaktadır.
Kur’an bu iki denizin birbirine karışmadığını 14 asır öncesinde bildirmektedir. Ancak bu hadise daha henüz asrımızda tam olarak tespit edilebildi.
Deniz altı araştırmaları ile bilinen ünlü Fransız bilim adamı kaptan Cousteau Akdeniz ile Atlantik okyanusunun kimyasal ve biyolojik yapı açısından farklılığını tespit etmiş ve kendisine bu ayetler gösterildiğinde şaşırarak hayran kalmıştır.
Kur’an 14 asır önce ümmi bir insan tarafından, teknolojinin ve bilimin çok çok geri olduğu bir zamanda tebliğ edildi. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in en büyük mucizesi Allah (c.c.) tarafından kendisine vahiy edilen Kur’andır.
Daha bir çok örneğini verebileceğimiz ilmi mucizeler Kur’an’ın ne kadar yüce ve mucizevi olduğunu gözler önüne sermektedir.
Söz konusu ayette geçen mucizeyi iki şekilde izah edebiliriz;
1- İki ayrı denizin karışmaması, bir taraftaki balıkların öbür tarafa geçmemesi, tatlı su ile tuzlu suyun görünmez bir perdeyle ayrılması.
2- Bu ilmi gerçeğin tam 14 asır öncesinden haber verilmesi.
Kur’an’ın hükümlerini gericilik olarak gören bazı çevreler O’nun ileri düzeydeki ilminden bihaber oldukları halde O’na düşmanlık beslemektedirler. Hal bu ki; bu gün ileri teknolojilere sahip oldukları söylenen ülkelerin bilim adamları Kur’an’ın tâ 14 asır öncesinden haber verdiği gerçeği daha yeni keşfedebilmiştir.
O halde sormak lazım; gerici olan (Hâşâ) Kur’an mı? Yoksa ileri olarak görülen Avrupa’nın teknolojisi mi?
Hiçbir düşünce ve ideoloji müntesipleri ile değerlendirilemez ancak savundukları fikirlerin doğruluğu ve yanlışlığı ile değerlendirilebilir. Kur’an’ın ana fikrinin bilinmeden, ilmi olarak incelenmeden ona düşmanlık besleyenler ve iman etmeyenler, Kur’andan uzaklaşarak İslâm’ı adeta başka bir doğrultuya kaydıran onun yanlış tanınmasına neden olan Müslümanlara bakıp İslam’ı değerlendirirlerse sonunda düşecekleri pişmanlık ve hüsranın faydası olmayacaktır.
Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız bilim adamı Kaptan Jacques Cousteau denizlerdeki su engelleri ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır: "Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz'in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu'ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz'den tamamen farklı olduğunu gördük. Halbuki Cebeli Tarık Boğazı'nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysa ki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık. çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları tarafından Aden Körfezi ile Kızıldeniz'in birleştiği Mendep Boğazı'nda da bulunmuştu. Daha sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik."
Kaptan Cousteau'yu şaşırtan bu durum, denizlerin birleşmesine rağmen suların karışmaması, Kuran'da 14 asır önceden söylenmiştir. çıplak gözle algılanamayan ve suyun algılanan özelliklerine ters gibi gözüken bu özellik, ilk olarak Arap Yarımadası'nın denizcilikle ilgisi olmayan insanlarına açıklanmıştır.
Birleşen denizlerin karışmaması ile ilgili bu olgu, Allah'ın Evren'deki çeşitliliği mükemmel planlamasının bir örneğidir. Evren'in neresine bakarsak bakalım insanların yüzlerinden, kelebeklerin, çiçeklerin yüz binlerce çeşidine kadar Allah'ın harika ve çok çeşitli sanatlarına tanıklık etmekteyiz.
Denizler altındaki hayatın çeşitliliğinde Kuran'ın dikkat çektiği özelliğin önemli bir yeri vardır. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel özellik sayesinde komşu denizlerin suları karışmamaktadır. Böylece komşu denizler farklı yoğunluk, farklı tuz oranı ve farklı yapılar arz etmektedir. Bu farklı ortamlar, farklı canlıların yaşaması için elverişli ortamlar oluşturmaktadır. Bu sayede denizaltı yaşamı balıklardan, bitki örtülerine ve mikro canlılara kadar daha da büyük bir çeşitliliğe sahip olmaktadır.Güçlü dalgalar, kuvvetli akımlar suya bu özelliğini kaybettirmemekte, denizlerin altındaki engel bunlara rağmen görevlerini yerine getirmektedir.
Kuran'ın dikkat çektiği denizlerdeki bu özellik, hem Peygamberimiz'in döneminde bilinmeyen bir bilgiyi açıklamakla mucize oluşturmakta, hem de Allah'ın her şeyi nasıl ince bir planla ayarladığına dikkatimizi çekmektedir.
*Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
(BAKARA SURESİ /164)
Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
(NAHL SURESİ /14)
İki denizi (birbirine) salıp katan O'dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.
(FURKAN SURESİ /53)
İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O'nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün.
(FATIR SURESİ /12)
Allah; kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O'nun fazlından ararsınız diye, sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz.
(CASİYE SURESİ /12)
[1] Furkan 25/53
[2] Rahman 55/19
[3] İlmi Gerçekler- Dr.H.Nurbâki
'' (Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.''
RAHMAN SURESİ 20.AYET:
... ''(Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.''
FURKAN SURESİ 53. AYET :
Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da karışmalarına engel olan bir sınır koyan, ALLAH’tır.'
Biri tatlı, susuzluğu giderici, öbürü tuzlu ve acı iki denizi salıveren, birbirine karışmadan akıtan fakat, aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur.
مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ
“İki deniz kavuşmaları için salıverilmiştir. Aralarında bir engel vardır, kavuşmuyorlar.”
Cebel-i Tarık boğazının güney yakasında (İspanya) deniz dibinden akıl almaz şekilde tatlı su fışkırmaktadır. Her iki kıyının dibinden birbirlerine doğru 45 derecelik açılar halinde fışkıran bu dev su kanalları tarağın dişleri gibi karşılıklı bir baraj yapmaktadır. Bu nedenle Akdeniz, Atlas Okyanusuna, nede okyanus Akdenize karışmamaktadır.
Kur’an bu iki denizin birbirine karışmadığını 14 asır öncesinde bildirmektedir. Ancak bu hadise daha henüz asrımızda tam olarak tespit edilebildi.
Deniz altı araştırmaları ile bilinen ünlü Fransız bilim adamı kaptan Cousteau Akdeniz ile Atlantik okyanusunun kimyasal ve biyolojik yapı açısından farklılığını tespit etmiş ve kendisine bu ayetler gösterildiğinde şaşırarak hayran kalmıştır.
Kur’an 14 asır önce ümmi bir insan tarafından, teknolojinin ve bilimin çok çok geri olduğu bir zamanda tebliğ edildi. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in en büyük mucizesi Allah (c.c.) tarafından kendisine vahiy edilen Kur’andır.
Daha bir çok örneğini verebileceğimiz ilmi mucizeler Kur’an’ın ne kadar yüce ve mucizevi olduğunu gözler önüne sermektedir.
Söz konusu ayette geçen mucizeyi iki şekilde izah edebiliriz;
1- İki ayrı denizin karışmaması, bir taraftaki balıkların öbür tarafa geçmemesi, tatlı su ile tuzlu suyun görünmez bir perdeyle ayrılması.
2- Bu ilmi gerçeğin tam 14 asır öncesinden haber verilmesi.
Kur’an’ın hükümlerini gericilik olarak gören bazı çevreler O’nun ileri düzeydeki ilminden bihaber oldukları halde O’na düşmanlık beslemektedirler. Hal bu ki; bu gün ileri teknolojilere sahip oldukları söylenen ülkelerin bilim adamları Kur’an’ın tâ 14 asır öncesinden haber verdiği gerçeği daha yeni keşfedebilmiştir.
O halde sormak lazım; gerici olan (Hâşâ) Kur’an mı? Yoksa ileri olarak görülen Avrupa’nın teknolojisi mi?
Hiçbir düşünce ve ideoloji müntesipleri ile değerlendirilemez ancak savundukları fikirlerin doğruluğu ve yanlışlığı ile değerlendirilebilir. Kur’an’ın ana fikrinin bilinmeden, ilmi olarak incelenmeden ona düşmanlık besleyenler ve iman etmeyenler, Kur’andan uzaklaşarak İslâm’ı adeta başka bir doğrultuya kaydıran onun yanlış tanınmasına neden olan Müslümanlara bakıp İslam’ı değerlendirirlerse sonunda düşecekleri pişmanlık ve hüsranın faydası olmayacaktır.
Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız bilim adamı Kaptan Jacques Cousteau denizlerdeki su engelleri ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır: "Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz'in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu'ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz'den tamamen farklı olduğunu gördük. Halbuki Cebeli Tarık Boğazı'nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysa ki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık. çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları tarafından Aden Körfezi ile Kızıldeniz'in birleştiği Mendep Boğazı'nda da bulunmuştu. Daha sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik."
Kaptan Cousteau'yu şaşırtan bu durum, denizlerin birleşmesine rağmen suların karışmaması, Kuran'da 14 asır önceden söylenmiştir. çıplak gözle algılanamayan ve suyun algılanan özelliklerine ters gibi gözüken bu özellik, ilk olarak Arap Yarımadası'nın denizcilikle ilgisi olmayan insanlarına açıklanmıştır.
Birleşen denizlerin karışmaması ile ilgili bu olgu, Allah'ın Evren'deki çeşitliliği mükemmel planlamasının bir örneğidir. Evren'in neresine bakarsak bakalım insanların yüzlerinden, kelebeklerin, çiçeklerin yüz binlerce çeşidine kadar Allah'ın harika ve çok çeşitli sanatlarına tanıklık etmekteyiz.
Denizler altındaki hayatın çeşitliliğinde Kuran'ın dikkat çektiği özelliğin önemli bir yeri vardır. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel özellik sayesinde komşu denizlerin suları karışmamaktadır. Böylece komşu denizler farklı yoğunluk, farklı tuz oranı ve farklı yapılar arz etmektedir. Bu farklı ortamlar, farklı canlıların yaşaması için elverişli ortamlar oluşturmaktadır. Bu sayede denizaltı yaşamı balıklardan, bitki örtülerine ve mikro canlılara kadar daha da büyük bir çeşitliliğe sahip olmaktadır.Güçlü dalgalar, kuvvetli akımlar suya bu özelliğini kaybettirmemekte, denizlerin altındaki engel bunlara rağmen görevlerini yerine getirmektedir.
Kuran'ın dikkat çektiği denizlerdeki bu özellik, hem Peygamberimiz'in döneminde bilinmeyen bir bilgiyi açıklamakla mucize oluşturmakta, hem de Allah'ın her şeyi nasıl ince bir planla ayarladığına dikkatimizi çekmektedir.
*Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
(BAKARA SURESİ /164)
Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.
(NAHL SURESİ /14)
İki denizi (birbirine) salıp katan O'dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.
(FURKAN SURESİ /53)
İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O'nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün.
(FATIR SURESİ /12)
Allah; kendi emriyle gemiler akıp gitsin ve O'nun fazlından ararsınız diye, sizin için denize boyun eğdirdi. Umulur ki şükredersiniz.
(CASİYE SURESİ /12)
[1] Furkan 25/53
[2] Rahman 55/19
[3] İlmi Gerçekler- Dr.H.Nurbâki
A.Einstein: Dinsiz Bilim Felç, Bilimsiz Din Kördür
A.Einstein: Dinsiz Bilim Felç, Bilimsiz Din Kördür.
A.Einstein'ın Yahudilik hakkındaki görüşlerini içeren mektubu internette 3 milyon Dolara satılığa çıkarıldı. Mektubunda Einstein, hiçbir zaman halka açık olarak yayınlanmasını düşünmediği... din ve Allah hakkındaki özel görüşlerini özetliyor
Amerika'nın Los Angeles şehrinde Yahudi asıllı ünlü bilimadamı Albert Einstein'ın din hakkındaki görüşlerini içeren bir mektup internette açık artırma ile alışveriş yapılabilen ebay'de satılığa çıkarıldı. İlk rakamı 3 milyon Dolar olarak belirlenen mektubu Einstein, ölmeden bir yıl önce 1954'de din filozofu Eric Gutkind'in 'Choose Life: The Biblical Call to Revolt' (Hayatı Seç: İncilin/Tevratın İsyan Çağrısı) isimli kitabına cevap olarak kaleme almış.
Einstein mektubunda İncil ve Tevratta ilahi kelam olarak kabul edilenlerin insani zafiyetin bir ürünü olduğunu, ancak saygı duyulması gereken çok sayıda ilkel efsanelerle dolu olduğunu belirtiyor. Ne kadar hassas yorumlar yapılsa da bu gerçeğin
değişmeyeceğini öne sürüyor. Ayrıntılı yorumları çok çeşitli bulan Einstein, bunların orijinal metinle de hiçbir ilgilerinin bulunmadığını ifade ediyor. Ünlü fizikçi bozulmamış Yahudiliğin de diğer tüm dinler gibi ilkel hurafenin cisimleşmiş hali olduğunu savunuyor.
Einstein'ın sözkonusu mektubu daha önce 2008 yılında müzayedeye çıkarıldı ve o zamanki sahibi 8 bin Sterline satabileceğini düşünürken 170 bin Sterline satmıştı. Şimdi 'gazinauctions' isimli ebay satıcısı, Los Angeles'daki müzayede şirketi 'Auction Cause' 3 milyon Dolarla açık artırmayı başlattı. Satış süresi sona ermeden 100 Dolar fazla kim verirse mektubun yeni sahibi olacak.
Ebay'da verilen bilgide Einstein'ın din ve Allah hakkındaki düşüncelerini içeren özel mektubunun aslında kamuya açık bir eser olmadığı belirtildi.
Einstein mektubunun bir kısmında Allah'ın zar atmadığını, yani her şeyi planlı ve programlı olarak yaptığını ifade ediyor ve 'Dinsiz bilim felçtir, bilimsiz din de kördür.' diyor.
http://www.risaleajans.com/islam/einstein-dinsiz-bilim-felc-bilimsiz-din-kordur#sthash.2sHbxtsR.dpuf
A.Einstein'ın Yahudilik hakkındaki görüşlerini içeren mektubu internette 3 milyon Dolara satılığa çıkarıldı. Mektubunda Einstein, hiçbir zaman halka açık olarak yayınlanmasını düşünmediği... din ve Allah hakkındaki özel görüşlerini özetliyor
Amerika'nın Los Angeles şehrinde Yahudi asıllı ünlü bilimadamı Albert Einstein'ın din hakkındaki görüşlerini içeren bir mektup internette açık artırma ile alışveriş yapılabilen ebay'de satılığa çıkarıldı. İlk rakamı 3 milyon Dolar olarak belirlenen mektubu Einstein, ölmeden bir yıl önce 1954'de din filozofu Eric Gutkind'in 'Choose Life: The Biblical Call to Revolt' (Hayatı Seç: İncilin/Tevratın İsyan Çağrısı) isimli kitabına cevap olarak kaleme almış.
Einstein mektubunda İncil ve Tevratta ilahi kelam olarak kabul edilenlerin insani zafiyetin bir ürünü olduğunu, ancak saygı duyulması gereken çok sayıda ilkel efsanelerle dolu olduğunu belirtiyor. Ne kadar hassas yorumlar yapılsa da bu gerçeğin
değişmeyeceğini öne sürüyor. Ayrıntılı yorumları çok çeşitli bulan Einstein, bunların orijinal metinle de hiçbir ilgilerinin bulunmadığını ifade ediyor. Ünlü fizikçi bozulmamış Yahudiliğin de diğer tüm dinler gibi ilkel hurafenin cisimleşmiş hali olduğunu savunuyor.
Einstein'ın sözkonusu mektubu daha önce 2008 yılında müzayedeye çıkarıldı ve o zamanki sahibi 8 bin Sterline satabileceğini düşünürken 170 bin Sterline satmıştı. Şimdi 'gazinauctions' isimli ebay satıcısı, Los Angeles'daki müzayede şirketi 'Auction Cause' 3 milyon Dolarla açık artırmayı başlattı. Satış süresi sona ermeden 100 Dolar fazla kim verirse mektubun yeni sahibi olacak.
Ebay'da verilen bilgide Einstein'ın din ve Allah hakkındaki düşüncelerini içeren özel mektubunun aslında kamuya açık bir eser olmadığı belirtildi.
Einstein mektubunun bir kısmında Allah'ın zar atmadığını, yani her şeyi planlı ve programlı olarak yaptığını ifade ediyor ve 'Dinsiz bilim felçtir, bilimsiz din de kördür.' diyor.
http://www.risaleajans.com/islam/einstein-dinsiz-bilim-felc-bilimsiz-din-kordur#sthash.2sHbxtsR.dpuf
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
-
Kuran-ı Kerim’in Büyük Mucizesi:Tatlı Suyla Tuzlu Suyun Karışmadığı Yer (Kuran’dan Basra Körfezine Dair Mucizevî Coğrafi İşaretler) ...
-
FİRAVUNUN 3000 YILLIK BOZULMAMIŞ CESEDİ İngiltere'nin ünlü müzesi British Museum'daki 3000 yıllık Firavun cesedi t...
-
"Cebeli Tarık" boğazı;Tatlı ve Tuzlu suyun birbirinden ayrıldığı yer!. RAHMAN SURESİ 19.AYET: '' (Suları...